Terör örgütü lideri Fetullah Gülen’in ölümünün ardından Türkiye’de çok şey yazıldı ve konuşuldu. Öyle görünüyor ki bu konu, uzunca bir süre ülke gündeminde genişçe yer tutacak.
Bir cemaat ve aynı zamanda terör örgütü lideri olarak ülke gündeminde bu denli yer edinmesi, tarihsel bir olgu olarak sosyal araştırmalara da konu olacaktır. Özellikle kitleleri kontrol etme aracı olarak kullandığı aparatlar ve dini motifler, toplumun psikolojik ve sosyolojik görüntüsünü ortaya koymak açısından da ipuçları veriyor.
Uzun yıllardır dikkatimi çeken bir hitap şekli olarak “hoca efendi” sözcüğünü bu anlamda ele almak istiyorum. Efendi, kitleleri kontrol eden, yöneten ve gerektiğinde türlü araçları kullanarak manipüle edebilen kişileri ifade eder. Böylesi despotik ve manipülatif bir sözcüğün eğitici anlamında kullanılan “hoca” kelimesiyle birleşmesini 21’inci yüzyılda anlamlandırmak oldukça güç. Zira akıl ve düşünce ile dogmatik ve totaliter eğilimlerin birleşmesi büyük çelişkileri içinde barındırır.
Çağdaş toplumlarda “hoca”, bireylerin “kendi aklını kullanma cesaretini” edinmesini kolaylaştıracak kişi anlamına gelir. Aklın özgürleşmesinin önündeki engellerin kaldırılmasında önemli bir işlevi yerine getirir. Toplumun dogmatik bilgilerden arınmasını ve her türlü otoriteyi sorgulamasını aşılayacak olan kişidir.
Gerçek ve çağdaş hoca, otorite sahibi kişilere olan kayıtsız-şartsız bağlılık ve itaat kültürü yerine eleştiri kültürünü geliştirmesi gereken bir aktördür. İtaat ve korku kültürü yerine geliştirilecek olan özgür akıl ve özgür irade, toplumsal gelişme ve ilerleme için anahtar role sahiptir. Bu noktada aydınlanma düşüncesinin önemini ortaya koymak gerekiyor.
Ortaçağ Avrupası, dogmatik bilgilerle ve otoriter-baskıcı tutumlarla toplumun manipüle edilerek, korku ikliminde yönetilmesini sağlayan bir yapıya sahipti. Bu durum, toplumsal ilerlemeyi engelliyordu. Söz konusu şartlarda en fazla çıkar sağlayan grup ise otorite sahibi kilise önderleri ve genel anlamıyla yönetenlerdi.
Toplumun geniş kesimi ise otoriteye kayıtsız bir bağlılık içindeydi. Zira korku iklimi, eleştirel ve özgür aklın önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. Bu nedenlerle toplumsal bir kalkınma mümkün değildi.
Ortaçağ Avrupası’nın karanlığından kurtulmanın yolu ise aydınlanma düşüncesinden geçiyordu. Aydınlanma düşüncesinin öncü filozoflarından Immanuel Kant’ın öne sürdüğü “kendi aklını kullanma cesaretine sahip ol” fikri, Avrupa’yı karanlıktan kurtarıp aydınlığa kavuşturacaktı. Latincede “sapere aude” olarak ifade edilen bu düşünce, manipülatif otoriteler yerine aydınlanmanın kolaylaştırılmasını sağlayacak “hocalar” gerektiriyordu. Bu durum, Ortaçağ Avrupası’ndan nemalanan grubun çıkarlarını zedeliyor, buna karşılık geniş halk kitlelerinin kazançlı çıkmasını sağlıyordu.
Aydınlanma filozoflarını, dönemin gerçek hocalarını olarak tanımlamak mümkündür. Bu hocalık, akıl hocalığı olarak da tanımlanabilir. Hocanın görevleri eleştirel düşünceyi teşvik etmek, bilginin sorgulanmasını sağlamak, bağımsız düşünme için gerekli koşulları hazırlamak, körü körüne itaati önlemektir.
Kimya biliminde reaksiyonun hızlandırılmasını sağlayan ancak kendisi değişime uğramayan madde için kullanılan “katalizör” terimi, aydınlanma düşüncesini savunan hocanın foksiyonunu tarif etmede kullanılabilir. Zira çağdaş ve aydınlanmacı hoca, topluma efendilik etmez, aksine kendi aklını kullanma cesaretine sahip olmasını hızlandırmayı amaçlar.
Mülkiye’den hocam Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın bizlere yaptığı rehberlik, çağdaş hocalığa verilebilecek muazzam bir örnektir. Alpaslan Hoca, 2013 yılında vefat edene kadar, Gülen cemaatinin Türkiye’ye verdiği ve verebileceği zararları anlattı. Üstelik 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşananları henüz görmemişti… Yeni Ortaçağ isimli kitabı, hocamızın bu anlamda öne çıkan eserleri arasında yer alıyor. Eserleriyle ve dersleriyle bizlerin “kendi aklımızı kullanma cesaretine sahip olmamızı” sağladığı için kendisine minnettarız.
Biz bu gibi yapılardan uzak durduk ve durmaya da devam edeceğiz. Ancak Türkiye’deki hatırı sayılır bir kesimin halen Fetullah Gülen’e “hoca efendi” şeklinde hitap etmeye devam ettiğini tahmin edebiliyorum. Yaşanan onca hadisenin ardından kendi aklını kullanma cesaretine sahip olamamak, tabiri caizse aklının ipotek altında tutulmasına müsaade etmek, buradan bakıldığında anlaşılabilir gelmiyor. Bu yüzden sosyologların konuya daha fazla eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.