Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 'İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni kabul ettiği tarih olan '10 Aralık 1948', insanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır.
Böyle bir belgenin, milyonlarca insanın öldüğü ve insanlığın yüz karası olan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabul edilmesi ise çok anlamlıdır.
İNSANLIĞIN ONUR BELGESİ
BM Genel Kurulu, bu Bildirge'yi 'tüm halklar ve uluslar için ulaşılacak ortak bir amaç…' olarak belirlemiştir.
Ve tüm üye devletlere/halklara, 'bu bildirgede sayılan hak ve özgürlüklerin etkin bir biçimde tanınması ve güvence altına alınması…' çağrısında bulunmuştur.
Otuz maddeden oluşan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde yapılan tespit ve değerlendirmeler bence şu anahtar sözcüklerle özetlenebilir: 'Yaşam hakkı, eşitlik, özgürlük, güvenlik, sağlık, eğitim…'
O anahtar sözcüklerden oluşturulacak anahtar cümle ise şudur: 'Eşitlik ve özgürlük içinde yaşanacak kaliteli bir toplumsal yaşam…'
Sözün özü, insanların doğuştan sahip oldukları insan haklarının kaynağı da amacı da 'insan'dır.
Bildirge'nin önemli bir özelliği de 'insanın bireysel hak ve özgürlüklerinin ancak ekonomik ve toplumsal haklar temeli üzerinde gelişebileceği…' anlayışını evrenselleştirmesidir.
Artık günümüzde 'tüm insanlığın ortak malı' olarak kabul edilen insan hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek de 'insanlığın ortak sorumluluğu' altındadır.
Çünkü soluduğumuz havanın kirlenmesi ulusal sınırlar tanımadan nasıl tüm insanlara zarar verebiliyorsa, dünyanın bir köşesinde insan haklarının çiğnenmesi de insanlık vicdanında derin tepkiler yaratabilmektedir.
Bu bağlamda günümüzde herhangi bir siyasal örgütü ya da devleti değerlendirirken kullanılacak en doğru ölçüt, Bildirge'de yer alan amaç ve ilkelerdir.
Dünya devletlerinin büyük çoğunluğunun insan hak ve özgürlüklerine olan saygısını dile getiren bu Bildirge, insanlık tarihinin en önemli onur belgesidir.
İNSAN HAKSIZLIKLARI
Ancak madalyonun bir de öteki karanlık yüzü var: 'İnsanlık tarihi boyunca, insanlara en büyük zararı yine insanlar vermiştir…'
Başka hiçbir yaratık ya da hiçbir doğa olayı 'insanlara insanlardan daha büyük zarar vermemiştir.'
Yani tarih boyunca insanları en çok öldürenler, insan onurunu en çok zedeleyenler ve insan haklarına en büyük haksızlıkları yapanlar; yine insanlar olmuştur…
Örneğin, her iki Dünya Savaşı'nın neden olduğu ölümler ve yıkım, hiçbir doğal afette yaşanmamıştır.
Ne yazık ki insanların insanlara yaptıkları 'haksızlıklar' günümüzde de sürüp gidiyor.
Son yıllarda dünyamızın çeşitli bölgelerinde yaşanmakta olan 'terör ve savaş sarmalının neden olduğu ölümler ve maddi kayıplar' da doğal afetlerden katlarca fazladır.
Bir avuç silah ya da petrol tacirinin daha çok kazanması uğruna, insanlar birbirlerini 'katlediyorlar' ya da 'şehit ediyorlar…'
İnsanlar kendi egoist düşüncelerini ve inançlarını egemen kılmak uğruna, öteki insanların değerlerini yakıp yıkıyorlar…
Madalyonun öteki yüzündeki bu kara vahşet insanlığın yüz karasıdır…
TÜRKİYE'NİN İNSAN HAKLARI KARNESİ
Dünya geneline baktığımızda, ülkelerin bilim ve demokrasi alanlarındaki gelişmişlik düzeyiyle insan hak ve özgürlükleri birbirine paralel olarak gelişiyor.
Gelişmişlik konusunda zaten temel sorunlar yaşayan Türkiye'nin, Bildirge'nin temel değerlerine göre insan hakları karnesine baktığımızda karşımıza bozuk bir karne çıkıyor. Şöyle ki:
· Son 30 yılda terör illetinin 35 bin yurttaşımızın canını aldığı, binlerce kadınımızın töre cinayetlerine kurban olduğu, iş kazaları ve trafik kazaları yüzünden yitirdiğimiz canların sayısının rekor düzeyde olduğu ülkemizde; 'yaşam hakkımız ciddi tehditler altındadır.'
· Gelir dağılımı dengelerinin çok bozuk olduğu ülkemizde, ekonomik ve kültürel alanda çok ciddi 'eşitlik sorunları' yaşanmaktadır.
· Ülkemizde başta 'düşünce, düşünceyi paylaşma, yaşam biçimi, basın özgürlükleri' olmak üzere 'tüm özgürlükler baskı altındadır.'
· Yurttaşlarımızın 'bireysel ve kamusal güvenlikleri ciddi tehditler altındadır.'
· 'Sağlık ve eğitim hakları' alanlarında ciddi boyutta 'eşitsizlik ve kalitesizlik' sorunları yaşanmaktadır.
Konunun ayrıntılarıyla ilgili olumsuz örnekler artırılabilir. Ayrıca ülkemizde iktidarların demokrasiden uzaklaştıkları dönemlerde insan hakları karnemizin daha da bozulduğunu görüyoruz.
Örneğin, özellikle '2010 yılında AKP'nin yargıyı yandaşlaştırmasından sonra'; polisin orantısız güç kullanması, düşünce ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü alanlarındaki insan hakları ihlalleri artmıştır.
Böylesine bozuk bir insan hakları karnesiyle Türkiye'nin çağdaş dünya ailesi içinde yer alması çok zor görünüyor.
Bu zorlukları aşabilmek için öncelikle 'son yıllarda Türkiye'yi saran sultan sevdası hastalığından korunmamız…'; sonra da bilime, demokrasiye ve barışa sıkıca sarılmamız gerekiyor.
İnanıyoruz ki 'insanlık onuru, insan haksızlıklarını da yenecek güçtedir…'
Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla…