Kahire, Fas'tan Sicilya'ya geniş bir coğrafyaya hükmeden Fatimiler tarafından X. yüzyılda kurulmuş. Kente, 'muzaffer' anlamına gelen adını da onlar vermiş. O günden bu yana gelişip yayılan Kahire, adına yakışır bir devinim halinde, yirmi milyon nüfusuyla Orta Doğu'nun en büyük megapolü. İnsanı alıp götüren, içine çekip boğan, hayvansal bir enerji saçtığı söylenebilir. Akan iki şey var Kahire'de: Geniş yatağında ağır aksak akan dünyanın en uzun ırmağı Nil ve trafik.
Tarihin babası olarak bilinen Yunanlı tarihçi 'Herodot' Mısır'ın Nil'in hediyesi olduğunu söyler. Aynı şey Kahire için de geçerli. Dört bir yanı çöllerle çevrili ülkede seksen milyonu aşan nüfusun yüzde beşten küçük bir alanda, yani ırmağın deltasıyla kıyılarında yaşadığı biliniyor. Nil, Kahire'yi ikiye bölmekle kalmayıp, palmiyelerle okaliptüslerin gölgelediği rıhtımlarıyla kente nefes de aldırıyor. Özellikle de çölden esen hamsin rüzgarıyla kavrulan yaz sıcaklarında.
Eski yeni, büyük küçük arabalarla motorsikletler ve arada bir yolun ortasına fırlayan kamyonlar tam bir keşmekeş içinde, kelle götürür gibi son hızla, dar geniş demeden tüm caddelerden ve Nil'in iki yakasını birbirine bağlayan köprülerden akıp gidiyor. Korna sesleri motor homurtularına, müezzinin sesi yalellilere karışıyor. Ana caddelerden yan sokaklara saptığınızda, toz toprak içinde yaşayan yoksullarla, tarihin en eski üniversitelerinden biri olan Al-Azhar'ın bitişiğindeki mezarlıklarda barınan çulsuzlarla, bir kaç limonla portakaldan başka satacak malı olmayan, Necip Mahfuz'un romanlarından tanıdığımız insanlarla karşılaşıyorsunuz.
İnşaat sektörü almış başını gidiyor ama eski ve yeni yapıların, renkli bir orman görünümündeki reklam panolarının arasından yükselen gökdelenlerin, tuğla duvarlarla yarım kalmış kat kat şantiyelerin birer çirkinlik abidesi olduğunun kimse farkında değil. Yaşlı ya da genç, bir tek başı açık kadın göremiyorsunuz etrafta. Erkekler celabalarının, kadınlar çarşaf ya da mantolarının içinde, sıcak mı sıcak, tozlu sokakları, asfalt caddeleri yalnızca gün boyu değil, geceleyin de arşınlıyorlar.
Kentin tükenmez enerjisi
Camilerle çan kulelerinin, minarelerle gökdelenlerin dansına tanık olabileceğiniz bir kent Kahire. Kudüs fatihi Selahaddin Eyubi'nin Mukaddem tepesine XII. yüzyılda yaptırdığı kaleden baktığınızda aykırı ama çağın gereği bir mimari doku oluşturduğunu görebilirsiniz. Kaleden inip, kalabalık pazar yerlerini ve kadınların da nargile içitikleri kahveleri ardınızda bırakarak alt ve üst geçitlerle tünellerin, kentin içinden geçen otoyolların karmaşasına, bir kazada canınızı yitirmek pahasına dalabilirsiniz. Kahire'nin yalnızca atardamarları yok, kargaşadan kaynaklanan tükenmez bir enerjisi de var. Ve yakın tarihe damgasını vurmuş, halkın gözünde neredeyse ilahe mertebesine ulaşmış, Giza'daki üç devasa piramitden sonra 'Dördüncü Piramid' olarak da ünlenen bir kadın şarkıcısı: Um Gülsüm.