Mengen Remzi darbukanın dibine dibine vururken kendinden geçiyor, üç metre arkasındaki Mona Lisa, ritimle tir tir titriyordu…

Milo Venüsü (Afrodit heykeli) ise, olduğu yerde duramıyor, klarnetçi Hasan Bey'in ince uzun nağmeleriyle karışan cümbüşün tellerinden çıkan müzikle olduğu yerde bir sağa bir sola dönüp duruyordu…

Müşfike Hanım (ki kendisi gelinin annesi olur) etraflarındaki garip ve kasvetli hava nedeniyle bir türlü havaya giremeyip, korku dolu gözlerle çevrelerine bakınan genç kızları bir bir kollarından tutup kaldırıyor, adeta sürüklercesine piste çıkarıyordu…

Müşfike Hanım'ın annesi, 'Büyük nine' Şermin Hanım ise, öfkeli gözlerle yarı çıplak heykellere bakıyor, kiminin açık kalan göğüslerini, kiminin kalçalarını sırtındaki kalın şalla örtmek için uygun zamanı bekliyordu…

O sırada salonun kapısında beliren Remzi Bey'in, hışımla Müşfike Hanım'a yarı çıplak heykelleri işaret edip öfkeyle bir şeyler söylediğini görünce, bu zahmetli işi yapmaktan kurtulduğunu düşünmüş olsa da, Müşfike Hanım'ın Remzi Bey'e aynı sertlikle cevap verdiğini anlayınca, heykellerin edep yerlerini örtme işinin yine kendisine kaldığını anlayıp üzüldü.

Sırtındaki siyah şal ancak birini örtmeye yeterdi. O sırada gözüne, üzerinde zeytinyağlı dolmaların, taze fasulyenin, turşunun ve kuru pastaların durduğu masanın örtüsü çarptı. Beyaz zemin üzerinde kırmızı çizgilerle süslenmiş masa örtüsünü hızla çekip aldığını ve aynı hızla gidip Afrodit'in 'taş gibi göğüslerini' sarıp sarmalamayı hayal etti. Kendisi yapamasa bile küçük torunu Filiz'den yardım alabilirdi. Feri kaçmış gözleriyle Filiz'i aradı. Genç kızı Rambrantd'la El Greco'nun tabloları arasında, kapı karşı komşuları Firdevs Hanım'ın kızıyla konuşurken gördü. İki genç kızın kıyafetlerinin de Afrodit'ten pek farkı olmadığını görünce kendi kendine söylendi, 'heykelden önce bunları örtmek lazım' diye…

***

Kasap Havası çalmaya başladığında, Rubens'in 'Atlılar'ı Tiber Nehrini geçmek üzereydiler…

Yalnız içlerinden doru olanı, suyun içinden fırlayıp çıkan şeytanın kırmızı boynuzlarından ürküp şaha kalkmış, sırtındaki binici korku dolu gözlerle etrafına bakınıyordu…

Zavallı binicinin gözleri, şeytandan mı, atın şaha kalkmasından mı yoksa bin yıllık müzenin koridorlarında çınlayan kasap havasından mı böylesine açılmıştı, pek anlaşılamıyordu…

Cümbüşle klarnetin uyumlu tınıları, Louvre'nın yüksek tavanında hışımla geziniyor, müzenin diğer salonlarına dek ulaşıyordu.

Yazımızın başında söz ettiğimiz darbukacı Mengen Remzi zaten sarhoş gelmişti kına gecesine. Önceki akşam Versay Sarayı'ndaki düğünde rakıyı fazla kaçırınca, ertesi günü de iyice ayılamamış ve 'çivi çiviyi söker' diyerek gelmeden başlamıştı içmeye. Darbukanın gerilmiş yüzünden yansıyan sesin, üzerinde küçük daireler yaptığı rakı bardağı sandalyesinin yanında duruyordu. Bir ara fırsatını bulup çekti bir fırt. Derken bir tane daha… Üçüncüde dibini buldu rakının. Hemen garsona göz edip, boşalan bardağı işaret etti. Garson birazdan etrafa saçılmaya başlayacağını umut ettiği 1'er dolarlıkları kaçırmamak için pürdikkat etrafını izliyordu. Raffaello'nun melekleri kadar hızlı hareket edip doldurdu Mengen Remzi'nin bardağına rakıyı. Üzerine iki parmak su ilave etti.

Mengen Remzi artık iyice kendinden geçiyordu. En son garsona işaret ettiğinde, çocuk elindeki boşalmış rakı şişesini gösterip, 'bitti' işareti yaptı Remzi'ye. Remzi o anda öfkeden deliye döndü, sinirlendi. Uyuşan parmakları ritm duygusunu yitirdi. Biraz önce Afrodit'i bile yerinde oynatan Remzi darbukasına öyle bir öfkeyle vuruyordu ki, çıkan ses Dassin'in tablosundaki vahşilerin savaş danslarına eşlik etmeye başlamıştı. Rakının bitmiş olmasını kabullenemezdi Mengen Remzi.

***

Darbukasını öfkeyle fırlattı salonun ortasına doğru. Kına gecesine katılan tüm davetliler aynı hizaya dizilmiş, karşıdan Remzi'nin anlamsız hareketlerini izliyorlardı. Remzi oturduğu sandalyenin üzerine çıktı beklenmedik bir çeviklikle. Başladı sayıp dökmeye. Sonra yine beklenmedik bir çeviklikle sandalyesinden Mona Lisa'ya doğru yöneldi. Fişek gibi bir hızla soluğu tablonun önünde aldı. Darbukasının yerine Mona Lisa'yı çalmak istiyordu. İşinde ne kadar maharetli olduğunu göstermek için bunu sık sık yapardı. Düğünlerde ev sahibinden ya naylon bir leğen ister, ya eski bir teneke bulur, ya da sandalyesinin ayaklarını aynı maharetle çalar, herkesi oynatırdı. Uzanıp almak istedi Mona Lisa'yı. Ne var ki cam bir bölmenin arkasındaydı tablo. Arkalarına bastığı yumurta topuk ayakkabısının tekini çıkartıp, cama vurmaya başladı. Cam bir türlü kırılmıyordu. Sonunda iki delikanlı gelip zorla geri çektiler Mengen Remzi'yi. Direnince hafifçe havaya kaldırıp, ayaklarını yerden kestiler. Afrodit heykelinin arkasından dolanıp müzenin kapısına doğru yöneldiler. Birkaç dakika sonra delikanlılardan biri geri gelip, hala fırlattığı yerde duran darbukasını aldı Remzi'nin. Koridorun sonundan Remzi'nin sesi geliyordu hala. Delikanlılardan birinin sesi bastırdı; 'seni bir daha buralarda görmeyeyim…'

***

Louvre Müzesi'ndeki kına gecesi, o andan itibaren gecenin geç saatlerine kadar 'darbuka olmadan' sürdü.

Davetliler Louvre'den ayrıldıklarında Paris yeni bir güne daha uyanmak üzereydi…