Diyeceksiniz ki,

Madem yanına Türkçesini yazacaktın; ne diye ukalalık yapıyor ve hava atıyorsun?

Haklısınız…

Ama böyle yapınca acayip havalı oluyor…

İnsanlara, ne kadar ileri derecede Almanca bildiğimi göstermeye çalışıyorum…

Eskiden gazlı bir içeceğin reklamı vardı…

'Susuzluk her şeydir, imaj hiçbir şey…' diye bir sloganı vardı…

Ama artık biliyorsunuz, siz susuzluktan ölseniz bile, imaj çok önemlidir…

Hatta ben bu dönemi;

'Cilalı İmaj Devri' olarak adlandırıyorum…

***

Cilalı İmaj Devrinin, bir elinde fırça, bir elinde cila kutusu ile gezen devşirme erenleri, dişlerinin arasında taşıdıkları sürme kalemi ile geçerken saltanat köprüsünden; bir ayaklarıyla da selam duruyorlar sultanlarına…

Daha neler, bir ayaklarıyla selam vermek de nedir?

Gece yatmadan hemen önce yarım ekmeğin içine doldurulan köfteleri yedin de, o yüzden mi böyle garip rüyalar görüyorsun, diyebilirsiniz bana…

Ancak bu halüsinasyonların bir nedeni olmalı…

Gerçekten de olmalı mı, gerekli mi, olmazsa olmaz mı?

***

Saltanat köprüsünden geçmeden, geçmek için sıranızı beklerken, sıradansınızdır…

Geçip, sultanınızın görüşünden çıktıktan sonra da…

Ama tam önündeyken, kendinizi neredeyse sultanınız kadar değerli ve vazgeçilmez hissedersiniz…

O kadar değerli o kadar değerli hissedersiniz ki, o kısacık anda tavan yapan egonuz, kendinizi sultanınızdan bile daha değerli hissetmenize neden olabilir…

İşte o zaman ancak üzerinde durduğunuz tek ayağınız da…

Tek ayağınız da kayar…

Aşağısı nedir bilmem…

Dipsiz uçurum mudur, ateş denizi midir, gül deryası mıdır bilmem…

***

'Ayağını kaydırmak' işte bu nedenle ortaya çıkmış olsa gerek…

Gereksiz,

İnandırıcı olmayan,

Hiçbir somut sonuca dayanmayan,

Topa iyi vuran çocukla, evden futbol topunu getiren çocuğu 'aynı değerde futbolcu' gibi gören ve göstermeye çalışan, haylaz ve kurnaz mahalle çocuklarının hezeyanlarını andıran,

Kaybetmenin, kaybetmekten başka bir şey olmadığına inanmayan,

Sultanın önünden geçerken arkadan vuran ışığın içinde nurlanmış, beyazlar içindeki ak sakallı dedeyi bile, oracıkta satmaya hazır bir hınzırlıkla ortaya konulan bu senaryoları kimseler yemez…

***

Yukarıda uydurduğum hikaye, ne kadar saçmaysa;

Hikayenin figürleri, hikayenin kendisinden daha da saçma…

O yüzden işte;

'Oh My God!' diye başlık atıp, yanına Türkçesini parantez içinde yazıyorum…

Ufak bir hatırlatma yapıp bitireyim;

İngilizcem o kadar kötü değildir, Almancadan ise nefret ederim…

AMA BU İNSAFSIZLIK OLMAZ MI?

Eskişehirspor'un bulunduğu konumdan duyulan rahatsızlık herkesin malumu…

Taraftar bir taraftan sitem ederken,

Diğer taraftan da neler yapılması gerektiğiyle ilgili düşüncelerini aktarıyor…

Doğruları yanlışları tartmak değerlendirmek başka bir yazının konusu olmakla birlikte…

Değinmek istediğim bir konu var…

Önemli bir kesim;

Beşiktaş maçının Skibbe için dönüm maçı olduğunu ve Eskişehirspor'un yenilmesi durumunda Skibbe'nin derhal gönderilmesini istiyor…

Skibbe için,

Dönüm maçı olarak,

Ligin şu an en iyi futbolunu oynayan ve Eskişehirspor 'takır takır top oynuyor olsa bile' yenilmemizin kimseyi şaşırtmayacağı Beşiktaş maçını görmek; biraz insafsızlık gibi geliyor bana…

Beşiktaş her ne kadar Fenerbahçe ve Avrupa maçlarının ardından yorgun gelecek ama…

Yine de Skibbe için son kararı vermeyi;

Akhisar ve Kayseri maçlarının sonrasına bırakmak,

Daha adaletli olmaz mı?