Önümüze konulacak referandum sandığı doğal olarak halkın istediği şekilde sonuç verecektir.
'Evet' ile '
Hayır'ın uçlarından tutan siyasiler oy renginin nedenlerini anlatacak, sonuçta halkın istediği olacak. (!)
Yarışa metrelerce önden başlayacak olan iktidar ise, sadece anlatmakla kalmayacak, sonucun lehine sonuçlanması için tüm devlet olanaklarını kullanacaktır.
Hiç kimse halkın gerçekten ne düşündüğünü öğrenmek için çaba sarf etmeyecek,
Legal ve illegal insan/toplum mühendisliği faaliyetleriyle
'kendi düşündüğünü düşündürtmek' (!) için elinden geleni ardına koymayacaktır.
İstedikleri sonuç çıkarsa aynı yalana başvurulacak;
'Halkın istediği oldu!' denecektir.
***
1982 referandumunda, -iki pırpır astsubay da dahil- yapılan baskıya;
Toz toprak içinde tarladan gelen köylünün, at arabasından indirilip kimliği olmadığı gerekçesiyle sorgulanmasına;
Sadece yaşlıların çay içip sohbet ettiği kahvelerde, bastonsuz ayakta durmakta zorlanan ihtiyarların eller yukarı üst aramalarına tabi tutulmasına,
İlgisiz insanlara terörist muamelesi yapılmasına tanıklık etti bu gözler.
Sonunda % 91,4 ile referandumdan
'evet' çıkarmayı başardılar.
***
1982'de iki sandıklı köyde sandık başkanlığı yapacaktım.
Seçim öncesi hazırlıkları tamamlamış, iki çay içimi boş zamanımızı sohbetle geçirirken, köy bekçisi yanımıza geldi.
'
Hocalar, kaymakam geldi, sizinle görüşecekmiş.'
Muhtar ve iki sandık başkanı, köhne bir binadaki PTT acentesinde, uzun nutkunu devlet memuru terbiyesiyle ayakta dinlemek üzere kaymakam M. D.'nin karşısındaydık.
Kaymakam sözün sonunda muhtara döndü:
'
Bak muhtar, buradan birkaç mavi oy çıkarsa ne olur biliyor musun?'
Muhtar boynunu büktü.
Beyaz oy
'evet', mavi oy
'hayır' demekti.
Oy pusulaları birleşik değildi ve oy kabinine konan oylardan tercih edilen alınacak, kullanılacak oyun belli olması için inceltilerek şeffaflaştırılmış oy zarflarına konularak sandığa atılacaktı.
Kaymakam devam etti:
'Burada terörist bir çete var diye, köyün altını üstüne getirirler, arama yaparlar.' dedi.
Bu tehditkar cümle karşısında, köyünü ve köylüsünü koruma telaşına düşen muhtar:
'O zaman oy kabinlerine mavi oyları hiç koymayalım.' deyiverdi.
Kaymakamın bu cahilane yaklaşıma karşı çıkacağını düşünmekle yanılmışım:
'Artık sen bilirsin!..' dedi kaymakam.
Kendimi tutamadım.
'Öyle yaparsak demokrasiye ayıp etmiş olmaz mıyız?' deyiverdim.
Kaymakam bana ters ters baktı.
O günden sonra küçük ilçede devlet dairelerindeki işlerim hep
'yorgunu yokuşa sürme' tarzında yürüdü.
Kaymakam unutmamıştı!
***
Devlet erkinin, elindeki güç ve tehditle referandumlarda
'mucize sonuçlar'a (!) zemin hazırladığını ben de unutmadım.
Şimdi önümüze benzeri bir sandık geliyor.
Yaşayacağımız referandum sürecine
'doğruluk, dürüstlük, adalet, demokrasi ve düşünce özgürlüğü' açısından bakmak ve güvenmek isterdim.
Ancak deneyimlerim buna izin vermiyor.
Ütopik değil, distopik bir süreç görüyorum önümde.
O günkü kaymakamdan çok fazla yandaşlık meraklısı devlet görevlisi, iş sahibi insanlar olduğunu biliyorum.
Öyle bir ülkedeyiz ki,
Siyaset havuzunda ıslanmış görevlilerin yapabileceklerine ordinaryüs profesörlerin bile aklı ermez!