Siyaset tarihimize, ekrandan insanların gözlerine baka baka bu kadar rahat yalan söyleyebilen, ayrıştırıcı, ötekileştirici cümleler kurabilen; kendisinin önceki söylemlerini, söylemedikleri halde söyledi diye muhaliflerini suçlayabilen politikacılar geldi mi, bilmiyoruz.
Yeri gelince Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidarı olmakla övünürken; muhaliflerin koltuğa ısınamadan ve ısıtamadan kalktığı çok ama çok kısa (üstelik koalisyon) hükümet dönemlerini topa tutuşlarını, ağızlarına sakız edişlerini izledikçe;
'Bu kadar da olmaz!' demekten kendimizi alamıyoruz.
Birbirine çamur atanların ellerine (!) yapışan kirliliğin toplum tarafından görülmüyor olması da oldukça düşündürücü.
***
Anlaşılan politikacılarımız, halkın ciğerini (!) biliyor; kendi dilini, tavrını da buna göre ayar ediyor.
Evet, evet! Bizim politikacılarımız bu işlerin ustasıdır.
Yalanları, ayrıştırıcı ve kışkırtıcı sözleri hamasetle ambalajlama, bu yolla seçmeni hipnotize etme; görülmesin, duyulmasın diye gerçekleri 'perdeleme' ustasıdır.
Seçmenin feraset ve bilim yerine; kendisini gaza getirecek siyasi dili önemseyeceğini bilir; öte dünyanın hayalini çizmeyi, yaşanan günü boyayıp cennet diye satmayı tercih eder.
Davudi ses tonuyla yaptığı 'suya tirit konuşmaları', hamasi sözcüklerle süsleyerek 'bilimsel makale' diye kabul ettirmeyi becerir.
'Alın size mis gibi demokrasi' diyerek seçmenin önüne bir sandık koyar; toplumu demokrasinin sandıktan ibaret olduğuna inandırır.
***
Bu toplumda halkın gönlünün nasıl çelineceğini iyi bilir, nutuklarının içine her zaman 'biz-onlar çatışması' yerleştirir.
Kimsenin aklına;
Geçmişiyle, geçimiyle, geleneğiyle, derdiyle, tasasıyla, sevinciyle; velhasıl tüm yaşamıyla kendisinden hiçbir farkı olmayan;
Komşusunun, köylüsünün, hemşerisinin, meslektaşının, akrabasının 'onlar' diye ayrıştırılmasını sorgulamak gelmez.
Perde arkasını merak etmek yerine, kışkırtıcı söyleme tav olan halkımız; Trablus'un Bedevisini, Tahran'ın Acemini, Katar'ın Arabını daha çok önemsediğinden;
Aynı iklimi paylaştığı, aynı havayı soluduğu, aynı sokaklarda dolaştığı kişilere düşman kesilir.
***
Politikacılarımız, eğitimden ve kültürden yeterince nasiplenmemiş ama kendisini her konunun uzmanı sanan seçmeni rahatça yönlendirebilir.
Gününe göre sağlıkçı, hukukçu, eğitimci, gazeteci, yazar, kadın vb. kimlikleriyle birilerini günah keçisi mertebesine taşıyıp ve sorgusuz kabul ettirmekte zorlanmaz.
Hiç hoşlanmadığı 'boş tencere' tıngırtısını duyar duymaz, seçmenin ipine asılır; zaten emek vererek değil de kısa yoldan köşe dönme hayaliyle yaşayan seçmene makam koltuğu fotoğrafı ile devlet cüzdanının köşesini göstermesinin yeteceğini bilir.
Kaynak tükenirse demeyin! Bu kadar marifeti olan bir politikacının havuzun dibi görünence, gündemi değiştirip kendisine gerekli zamanı kotaramayacağını mı sanıyorsunuz?
Velhasıl 'hamaset zevzekliğinin de, halk dalkavukluğunun da sonu yok.'
***
'Gerçekler ancak cesur yüreklerde dile gelir' derler.
Şimdiye kadar;
Cuma namazı, kandil gibi bir arınma sonrasında, bayram ve yılbaşı gibi dayanışma günlerinde bile politikacıların, toplumsal barış umudumuzu yer ile yeksan eden sözlerine karşı gelecek bir Allah'ın kulu çıkmadı.
Siyaset piyasasında, sadece kendisi gibi düşünenlerin arasında prim yapan ayrımcı söylemlere 'dur' diyen olmadı.
Dayanışma ve yardımlaşmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz şu salgın ve ekonomik kriz günlerinde, politikacıların ayrımcılıktan uzak durmalarını, gerçekler üzerinden siyaset yapmalarını istemeye cesaret edecek kimse de yok.
***
Bilimin, uzmanlığın, iş bölümünün, konu üzerindeki eski araştırmaların önemsenmesi; mutlaka ama mutlaka gerçeğin ortaya çıkarılması, ülkelerin önemli gelişmişlik göstergelerindendir.
'Dilini hamaset bürümüş kahraman' arayışı ise, geri kalmış ülkelerin işidir.
Bir politikacının, bu özellikler arasındaki tercihine göre siyaset sahnesinde yükselmesi de, silinip gitmesi de o ülkenin gelişmişliğini gösterir.
Bizde bol bol alkışlandıklarına göre…(!)