Dünya nüfusu 8 milyar sınırını aştı. Bu büyük sayı, aslında milyonlarca farklı hayatın, hikâyenin ve koşulların bir araya gelmesiyle oluşan devasa bir tabloyu temsil ediyor.
Peki, bu 8 milyar insan nerede yaşıyor, nasıl bir hayat sürüyor ve hangi ortak sorunlarla karşı karşıya?
Dünyanın %60’ı Asya kıtasında yaşıyor. Bu oran, kıtanın yalnızca coğrafi büyüklüğünü değil, ekonomik ve sosyal açıdan da küresel dengelerdeki belirleyici rolünü ortaya koyuyor. Avrupa’da yaşayan nüfus ise sadece %11, Kuzey Amerika’da ise %5 seviyesinde. Bu durum, ekonomik gücün her zaman nüfus yoğunluğuyla doğru orantılı olmadığını gösteriyor.
Dünyadaki insanların yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Sanayileşme ve modernleşmeyle birlikte şehirleşme oranı arttı, ancak kırsalda yaşamaya devam eden %49’luk kesim hâlâ önemli bir yer tutuyor. Kırsal bölgelerde yaşayanlar tarıma ve doğal kaynaklara daha fazla bağımlı. Ancak iklim değişikliği, ekonomik fırsatların sınırlılığı ve göç baskısı nedeniyle kırsal yaşam her geçen gün daha fazla tehdit altında.
Yaşam koşullarına baktığımızda, nüfusun %77’sinin kendine ait bir konutu varken, %23’ünün barınma sorunu yaşadığı görülüyor. Modern çağda milyonlarca insanın hâlâ güvenli bir barınaktan yoksun olması, küresel eşitsizliklerin en çarpıcı göstergelerinden biri. Yetersiz beslenme ise bir başka büyük problem. Nüfusun %25’i yeterli gıdaya ulaşamıyor. Oysa aynı dünyada her yıl milyonlarca ton gıda israf ediliyor. Temiz içme suyuna erişim oranı %87 gibi yüksek bir seviyede olsa da, hâlâ %13’lük bir kesimin güvenli suya ulaşamaması, sağlık açısından ciddi riskler yaratıyor.
Teknolojiye erişim konusundaki veriler de oldukça ilginç. İnsanların %75’inin cep telefonu var ancak sadece %30’unun internet erişimi bulunuyor. Dijital çağda bilgiye ulaşım, büyük ölçüde internet üzerinden sağlanırken, dünya nüfusunun çoğunluğunun hâlâ bu imkândan mahrum olması, dijital uçurumun ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
Eğitim ise küresel eşitsizliklerin en fazla hissedildiği alanlardan biri. Dünyada üniversite mezunu olanların oranı sadece %7. Bunun yanında, okuma yazma bilenlerin oranı %83’e ulaşmış durumda. Ancak hâlâ milyonlarca insan, özellikle kadınlar ve çocuklar, temel eğitimden bile yoksun kalıyor.
Sağlık ve yaşam süresi açısından veriler daha da çarpıcı. Dünyadaki insanların %26’sı 15 yaşına ulaşmadan hayatını kaybediyor. 15 ila 64 yaş arasında ölenlerin oranı %66. 65 yaşına kadar yaşayabilenlerin oranı ise sadece %8. Bu veriler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki sağlık hizmetleri eşitsizliğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bütün bu rakamlar, dünya üzerindeki büyük dengesizlikleri ve farklı yaşam koşullarını gözler önüne seriyor. Bazı insanlar için internet, eğitim, sağlık hizmetleri ve güvenli bir yaşam sıradan bir hak gibi görünürken, dünya nüfusunun önemli bir bölümü için bu imkânlar hâlâ büyük bir lüks. 8 milyar insanın yaşadığı bu dünyada, eşitsizliklerin azaltılması, kaynakların daha adil dağıtılması ve herkes için daha iyi bir yaşam sağlanması, yalnızca hükümetlerin değil, tüm insanlığın ortak sorumluluğu.
Çünkü dünya sadece rakamlardan ibaret değil. 8 milyar insan, 8 milyar farklı hayat ve 8 milyar umut demek. Bu umudu yaşatmak, daha yaşanabilir, daha dirençli ve sürdürülebilir bir gelecek için hepimizin sorumluluğunda.
Aslında hepimiz, sonsuz evrenin içinde bir toz zerresi kadar küçük, mavi bir gezegende yaşıyoruz. Aynı güneşin altında ısınıyor, aynı havayı soluyor ve aynı gökyüzüne bakıyoruz. Yeryüzündeki tüm sınır çizgileri, farklı diller, farklı kültürler ve inançlar, gerçekte var olmayan, insan aklının ürünü olan ayrımlardır. Ancak doğa bizi hiçbir zaman ayırmadı. Koyduğumuz sınırlar ülkeleri ayırsa da, aynı su damlaları döngü içinde tüm dünyayı dolaşıyor. Rüzgârlar ülkeleri aşarak hepimizin ciğerlerine doluyor. Yağmurlar hepimize aynı gökyüzünden yağıyor.
Şunu bilmeliyiz ki, bu evrende bilinen başka bir yaşam alanımız yok. Burası bizim tek yuvamız. Ve biz, bu gezegenin sadece misafirleriyiz. Gelecek nesillerin de bu dünyada nefes alabilmesi, hayaller kurabilmesi, sevinebilmesi ve var olabilmesi için ona iyi bakmak zorundayız. Ama ne yapıyoruz? Hırslarımızla, ihtiraslarımızla, savaşlarımızla, açgözlülüğümüzle bu gezegeni tüketiyoruz. Yeryüzünün zenginliklerini adilce paylaşmak yerine daha fazlasını isteyen bir yarışa giriyoruz. Oysa bu dünya hepimize yetecek kadar büyük. Birinin aç olduğu yerde hiçbirimiz tok olmamalıyız. Birinin acı çektiği yerde hiçbirimiz huzurlu hissetmemeliyiz.
Bugün, hepimiz için bir dönüm noktası olabilir. Çünkü artık biliyoruz ki, bireysel kurtuluş yok. Ya birlikte kazanacağız ya da hep birlikte kaybedeceğiz. Daha sürdürülebilir, daha yaşanabilir ve daha dirençli bir gelecek inşa etmek elimizde. Teknoloji ve bilim gelişirken, insanlık olarak da gelişmek zorundayız. Sadece kendi hayatlarımız için değil, bizden sonra gelecek olanlar için de sorumluluk almak zorundayız.
Belki de dünyaya bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. İnsanlık olarak, bu gezegeni yalnızca kullanmak için değil, ona hizmet etmek için de var olduğumuzu hatırlamalıyız. Eğer gerçekten büyük bir miras bırakmak istiyorsak, bu ne servet olmalı ne de şöhret… Gerçek miras, yaşanabilir bir dünya bırakmaktır. Çocuklarımızın, torunlarımızın ve onların çocuklarının da özgürce nefes alabileceği, mutlu olabileceği bir dünya yaratmaktır.
Şimdi, içimizdeki bencilliği, ayrımcılığı, tüketme hırsını bir kenara bırakıp birlikte hareket etme zamanı. Daha fazla empati kurarak, daha fazla paylaşarak ve daha fazla sorumluluk alarak… Çünkü unutmayalım, hepimiz aynı gemideyiz. Ve bu gemi batarsa, kazanan olmayacak.
Bu bilinçle, Eskişehir Teknik Üniversitesi olarak koordine ettiğimiz ve 7 farklı ülkeden 22 partnerin yer aldığı EPD-Net Projesi, Mart ayı itibarıyla başladı. Bu projeyle dünyayı daha yaşanabilir, sürdürülebilir ve daha dirençli hale getirmek için ortak akıl ve bilim ışığında çalışacağız. Sınırları aşan bir iş birliğiyle, yalnızca kendi geleceğimiz için değil, bizden sonraki nesillerin de güvenli, sağlıklı ve umut dolu bir dünyada yaşayabilmesi için sorumluluk alıyoruz. Çünkü değişim, büyük adımlarla değil, kararlı ve bilinçli bir şekilde atılan küçük adımlarla başlar. Ve biz, bu değişimin bir parçası olmaya hazırız. Dileğim projenin başarıyla tamamlanması değil sadece… Dünyayı daha yaşanabilir, daha sürdürülebilir ve daha dirençli hale getirmek adına fark yaratacak etkiler yaratması!