Geçen hafta, 6 Şubat depremlerinin ikinci yıl dönümünde acılarımızı, kayıplarımızı ve ders almamız gereken gerçekleri hatırladık.
O karanlık sabahın ardından yalnızca binalar değil, hayatlar da yıkıldı. Her enkazın altında sadece beton parçaları değil; umutlar, hayaller ve sorumluluklarımız da gömülüydü. Geçen haftaki yazımda, “Bu kayıpları yaşamak zorunda değildik” demiştim. Bu hafta ise o cümlenin ardından eklemek istiyorum:
“Peki şimdi ne yapacağız?”
Çünkü anmak yetmez. Hafızaya kazınan acılar ancak bir amaca dönüşürse, gerçekten anlam kazanır.
Acının Kısa Hafızası, Sorumluluğun Uzun Gölgesi
Şöyle bir gerçek var: Depremi unuturuz, ama o bizi unutmaz. Büyük afetlerden sonra hep aynı döngüyü yaşarız. Önce acı gelir, ardından öfke, sonra kısa süreli bir farkındalık dalgası… Derken gündem değişir, haberler susar, ama fay hatları susmaz. Çünkü doğa bize zaman tanımaz, hatalarımızı affetmez.
Peki, 6 Şubat’tan sonra biz ne yaptık? Kentsel dönüşüm tartışmalarında bir adım ileri gidebildik mi? Afet bilinci toplumsal bir refleks haline geldi mi? Tüm illerimizde sanayi, ticaret, eğitim, sağlık, güvenlik, iletişim, ulaşım gibi kritik altyapıları için bir dirençlilik stratejisi ve eylem planı, her ilde, ilçede, mahallede bir acil durum planı var mı? Ve en önemlisi, kaybettiğimiz on binlerce canın ardından gerçekten değişen ne oldu?
Eğer hâlâ bu sorulara tereddütle cevap veriyorsak, o zaman acının gölgesinde yaşamaya devam ediyoruz demektir.
Depremler Kader Değil, İhmal Felakettir
Bunu bin kez söyledik, ama tekrar etmekten vazgeçmeyeceğiz: Deprem öldürmez, ihmal öldürür. Artık şunu kabul etmeliyiz: Deprem coğrafyasında yaşıyoruz. Bu gerçeği değiştiremeyiz. Ama binalarımızı, şehirlerimizi, yaşam kültürümüzü değiştirebiliriz. Depremi doğanın suçu gibi göstermek kolaydır. Oysa asıl felaket, yıllarca alınmayan önlemlerde gizlidir.
Bilim bize her şeyi söylüyor. Hangi bölgeler riskli, nerede fay hatları geçiyor, hangi yapı malzemeleri dayanıklı, nasıl planlamalar yapılmalı, hangi erken uyarı sistemleri geliştirilmeli ve hangi eğitimler verilirse toplum daha bilinçli olur, hepsi bilimsel verilerle ortada. Ama biz ne yapıyoruz? Çoğu zaman bu bilgiyi kulak ardı ediyoruz. Oysa kaybedilen her canın arkasında yalnızca doğanın değil, ihmalkârlığın izi var.
Bilimin Işığında Geleceği İnşa Etmek
Artık mesele sadece “geçmişte neyi yanlış yaptık” değil. Şimdi daha fazla odaklanmamız gereken soru şu: “Geleceği nasıl inşa edeceğiz?”
Afet yönetimi kriz anında yapılan bir şey değildir. Planlama, hazırlık, uygulama ve iyileştirme süreçlerinin bir bütün olarak ele alınması gerekir. Afet sonrası değil, afet öncesi konuşmalıyız. Afetlerle mücadele yalnızca merkezi hükümetin sorumluluğunda değildir. Mahalle bazlı afet gönüllüleri, yerel yönetimlerin koordinasyonunda etkin sivil toplum çalışmaları şarttır. Çünkü afet anında ilk yardımı en yakınınızdaki kişi yapar.
Deprem bilinci, okullarda birkaç saatlik derslerle öğretilmez. Bu, bir yaşam kültürü haline getirilmelidir. Çocuklarımıza, gençlerimize sadece deprem anında ne yapmaları gerektiğini değil, afet öncesi nasıl hazırlıklı olacaklarını da öğretmeliyiz. Kentsel dönüşüm sadece binaların yenilenmesi değildir. Yeşil alanlar, toplanma bölgeleri, ulaşım yolları gibi tüm kentsel yapılar afetlere karşı dirençli hale getirilmelidir. Beton bloklar değil, nefes alan şehirler kurmalıyız.
Afetler yalnızca can kaybına yol açmaz, aynı zamanda ekonomik yıkımlara da neden olur. Bu nedenle sanayi bölgeleri, lojistik ağlar ve tüm kritik altyapılar da afet riskine karşı güçlendirilmelidir. Geleceği inşa etmek için bütüncül bir yaklaşım benimsemeli, sadece bugünü değil, yarını da güvence altına alacak adımlar atmalıyız.
İşte biz, bilim insanları olarak tam da bunun için çalışıyoruz. Afet risklerinin azaltılması, dirençli kentlerin planlanması, bilimsel veriler ışığında daha güvenli ve dirençli yerleşim alanları oluşturulması gibi birçok alanda bilimsel çalışmalar yapıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki, bilimle aydınlatılmayan yollar karanlıkta kaybolur. Ve biz bu karanlığı dağıtmak için, her gün bir adım daha ileri gidiyoruz.
Unutmak İhanettir, Hatırlamak Sorumluluktur
6 Şubat sadece bir tarih değildir. O gün yaşananları unutmak, sadece kaybettiklerimize değil, hayatta kalanlara da ihanet olur. Bu yüzden anmak yetmez, hatırlamakla yetinmek de yetmez. Hatırladıklarımızı eyleme dönüştürmek zorundayız.
Her kayıp, bize bir sorumluluk bırakır. O sorumlulukla hareket ettiğimiz sürece, belki yeni afetleri tamamen engelleyemeyiz ama kayıpları en aza indirebiliriz. Bu acılar bir daha yaşanmasın diye, bilimle, akılla, vicdanla çalışmaya devam edeceğiz. Çünkü her kurtardığımız can bir hikâye, her güvenli bina bir umut, her atılan adım daha güçlü bir gelecek demektir.
Bu topraklarda bir daha kimsenin enkaz altında kalmaması için, mücadelemiz sürecek.
Çünkü gelecek, unutanların değil, hatırlayanların sorumluluğunda şekillenir.
Son Söz: Geleceği Güvenli Kılmaya Ant İçtik
Artık yeter... Bu topraklarda bir daha ne acının ne de ihmalin izine yer bırakmayacağız...
Her kaybedilen canın arkasında bıraktığı sessiz çığlığı duyduk ve o çığlıkları umuda dönüştürmek için yürüyoruz. Ama bu yürüyüş sessiz bir yürüyüş değil... Bu, kalbimizde atılan bir davulun, vicdanımızda çınlayan bir borunun sesidir. Bu yürüyüş, sadece enkaz kaldırmak için değil, geleceği güvenli kılmak için...
Adımlarımızı sağlam basacağız çünkü biz biliyoruz ki, her sağlam adım, bir çocuğun güvenle uyuduğu bir odadır. Sesimiz güçlü çıkacak çünkü biz biliyoruz ki, her yükselen ses, unutulmaya yüz tutmuş bir sorumluluğu hatırlatır. Yüreklerimiz bir olacak çünkü biz biliyoruz ki, dayanışma en büyük kalkanımızdır.
Biz artık beklemiyoruz... Afeti bekleyen değil afeti önceden durduran bir millet olacağız.
Depreme teslim olan değil, depremle mücadelede tarih yazan bir ülke olacağız. Artık ezber bozuldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Asla olmayacak...
Bu mücadele sadece binalar için değil, Bu mücadele sadece yollar için değil,
Bu mücadele sadece şehirler için değil… Bu mücadele; bir annenin evladına sarılabilmesi için, bir babanın çocuğunu güvenle okula gönderebilmesi için, bir kardeşin, “seni seviyorum” demekten korkmaması için...
Bu yüzden, başımız dik, yüreğimiz cesur, sesimiz gür olacak... Çünkü biz sadece çalışmıyoruz… Biz bu topraklara söz verdik... Biz geleceğe söz verdik... Ve bu söz, dudaklarımızdan değil, kalbimizin en derininden çıktı.
Her damla terimiz, bu ülkenin geleceğine damlayan umut olacak... Her bilimsel çalışmamız, bir çocuğun hayatına tutunan bir dal olacak... Her attığımız adım, daha güvenli bir Türkiye'nin yolunu açacak... Geri dönüş yok... Bahane yok... Vakit geldi...
Bu sadece bir bilimsel mücadele değil, Bu deprem coğrafyasında bir meydan okuyuş…
Bu bir uyanış... Bu bir enkazdan doğuş manifestosu...
Bu canlar bu bedenlerde oldukça, bu topraklarda umutsuzluk filizlenemeyecek...
Bu ülkenin sokaklarında korku değil, güven yankılanacak... Ve biz, tüm yüreklerimizi birleştirip, bilimin ışığında yükseleceğiz... Bilimin bayrağını en yükseğe dikmek için… Geleceği güvenli kılmak için… Zafer bizim olacak, çünkü bu sefer ihmal yok, bu sefer sessizlik yok…
Bu sefer biz varız...
Haydi Türkiye... Ayağa kalk…
Dirençli bir toplum ve Türkiye için geleceği birlikte güvenli kılalım...