Bizim köyde bir Mehmet Emmi vardı.
Biraz huysuzdu. Uzun boylu, yaşına göre yakışıklı denebilecek bir komşumuzdu. Kendini beğenmişliği, her şeyi bildiğini sanması ve saldırgan yapısı kusuruydu sadece.
***
Oyun oynanmayan, sohbetin koyultulduğu köy kahvesine çıkardık ikimiz de.
Bir gün ezan okunurken kahveye girdim, 'Selamün aleyküm' diyerek Mehmet Emmi'nin yanındaki sandalyeye çöktüm. Mehmet Emmi selamımı almadığı gibi, tespihinin şakırtısını arttırarak, hızla çekmeye başladı. Ezan bitince sinirli bir şekilde bana dönüp dövmekten beter bir sesle:
'Aleyküm selam.' dedi.
Meğer ezan okunurken selam verilmezmiş. Mehmet Emmi öyle dedi.
Bir de kendisinden farklı düşünenlerden hiç hoşlanmazdı.
***
Geçimsizdi Mehmet Emmi. Hiç gülmeyen yüzü, sürekli asık çehresiyle hatırlanır köyde. Dedim ya, her şeyi kendisinin bildiğini sanıyor diye. Çevresindeki insanları inandığı şekilde dizayn etmeye çalışır, hep azarlardı.
Bahçe komşularıyla, tarla komşularıyla sorun yaşardı. Ağzı iyi laf yaptığından, biraz da diğer insanların ondan çekinmesinden yararlanarak hep haklı (!) çıkardı. Haksızlığı ortaya çıksa bile anlamazdan gelir, bir bahane bulur, yüzü de kızarmazdı.
***
Bir gün kahveden öfkeli sesler yükseldi. Mehmet Emmi tarla komşusuyla tartışıyordu. Sesler o kadar yükseldi, hakaretler o kadar arttı ki; kahveci müdahale etmek zorunda kaldı. Mehmet Emmi ayağa kalktı ve kahveciye parmağını sallayarak:
'Bir daha bu kahveye adım atmam.' dedi ve gitti.
Uzun süre gelmedi. İşi olunca yine gelmeye başladı.
***
Satmak üzere kahvenin önüne birkaç kasa elma getirmişti bahçesinden. Kimse elma almıyor, bir de her kafadan bir ses çıkıyordu:
'Elmalar pek küçükmüş.'
'İlaç kullandın mı ilaç?'
'Biraz da kurtlu mu ne!'
'Ekşiymiş yahu!'
Protestolar artınca Mehmet Emmi öfkeden kızaran yüzüyle:
'Alsanız ne olacak, almasanız ne olacak! Satacak başkalarını bulurum.' dedi.
***
Hep muhtar olmak isterdi. Sonunda Hacılar sülalesinin desteğini akarak bir oy farkla oldu da. Fena yönetmiyordu köyü. Disiplin ve korku üzerine kurmuştu yönetim tarzını. İhtilaflarda nedense hep kendisi ya da Hacılar sülalesinin fertleri haklı çıkıyordu.
Köyün, komşu köyle ortak kullanılan bir merası vardı. Bir gün meranın bir kısmının otlarının geceden biçildiği, kamyonla götürülüp satıldığı görüldü. Ortada fail yoktu. Komşu köyün muhtarı konuyu görüşmek üzere bizim köy kahvesine geldi. Epey tartıştılar.
Komşu köyün muhtarı sert bir dille:
'Bu olsa olsa senin işin. Başkası yapamaz!' dedi.
Mehmet Emmi gürleyiverdi:
'Otları benim biçtiğimi ispat edersen ben muhtarlıktan istifa ederim. İspat edemezsen sen de eder misin?'
İddialaşmak bizim köy kahvelerinin rutinidir.
Aslında 'bunu söyleyen şerefsizdir, namussuzdur, vatan hainidir' derdi, ancak karşısındaki kendisi gibi muhtardı ne de olsa..!
***
Anadolu insanı birbirine benzer.
Anadolu köyleri de…
Öfkesiyle, yalanıyla, iddiacılığıyla, çıkarını din anlayışına sokmasıyla…
Birçok Mehmet Emmi vardır bu köylerde.
Ülkemin en önemli makamlarındaki kişiler de, sorumluluklarını köy kahvesi mantığıyla yerine getirir, köy kahvesi diliyle açıklar.
***
En ücra köy kahvesinin tahta sandalyesinde de, ülkemin ceylan derili koltuklarında da, altın varaklı taht koltuklarında da…
Hep bir 'Mehmet Emmi' oturur.