İnternette defalarca paylaşılmış, bazı köşe yazarlarının da ele aldığı etkileyiciliği yüksek, anonimleşmiş bir yazı. Doğan Cüceloğlu da kitabına koymuş. Can Dündar'ın olduğunu, anonim olduğunu dasöyleyenler var. İzninizle bugün köşemi -kendisinin iznini alamadan- bu anonim yazara bırakıyorum.

Bu kadar mı güzel anlatılır; benim yaşıma gelince, hayatın bir sabun gibi elinden kaydığını görenlerin duyguları...!

***

Ölüm değil beni korkutan!

Boş bir yaşamın ardından varacağım 'o' yer sıkıyor canımı.

Nedir ki? Kırklı yıllar, ellili yıllar, billahi çok değil!

Hele hele çizilen bu yolda bize, hiç gelir.

Ne beklersin yaşamdan çorbacı?

Ne bekler yaşam senden?

İkiniz de tüketirsiniz hoyratça zamanı,

İşte geride kalanlar sıkar biraz canımı...

***

Yedi yaşında başlarsın okula, sayma ondan öncesini.

Sonra, yıllar yılı gider gelirsin, kara tahtalı değirmene, berrak zamanını öğütmek için.

Yirmi iki civarı alırken diplomanı, tüketivermişsindir üçte birlik zamanı...

'Diploma yetmez!' diyor Topal Şarapçı, 'İyi bir iş bul hele bakalım! Askerliğini yap bir de, sonra evlen bakalım.'

***

İşte bir on yıl daha uçuveriyor ansızın.

Yaş oluveriyor otuz beş! Gerçekten yarısı mıdır yolun? Belki de yarısından da yakın.

Geriye bakma sakın ey küheylan!

Kopuverir zincirleri yaşamın, bir iplik gibi ansızın;

'Hele bir borçlarımızı ödeyelim, sonra daha iyi yaşarız. Şimdilik biraz sabır!' diyor karım Nazife!

Eee doğru da söylüyor hani...!

'Hele bir başımızı sokacak yuva olsun da, gerisi kolay' diyor.

Eee, bu da doğru hani...!

İşte böyle yitiyor hep on seneler, eriyen buzlar misali.

Karım, çocuklarım, kooperatif başkanım, yardımcım, tek tük arkadaşlarım... Ve TV'deki haber spikeri! Bu kadar çevremdekiler.

Bunlara bakıyor yıllardır gözlerim. İşte bu yüzdendir ki, 'miyopsun!' diyor doktorum, 'Tak gözüne iki numara.'

***

Ellinci yaş günümü, kimse fark etmiyor bile. Ufaklığın diploma töreni var.

Ne biçim alış veriş bu? Anlayamadım gitti!

Yapmak istediğim birçok şey, özlem kapısında yitti...

Hırs ile mutfağa, ne varsa atıştırmak için!

Sıcacık bir el tutuyor elimi 'perhiz yapmalısın artık!' diyor karım Nazife.

Eee, doğru da söylüyor hani…!

Kalan on yılımın birkaç yılı hastalıkla geçiyor. Gerisi de torunların peşinde...

Eee, 'Ulan hani yaşayacaktık!' diye bağırıyorum.

'Sakin ol! Tansiyonun yükselecek!' diyor karım Nazife.

Eee. Doğru da söylüyor hani…!

Nedir yaşamın kısır döngüsü anlayamadım gitti.

Elimdeki tek sermayem de bir gün gibi bitti.

'İyi yaşadık, hoş yaşadık' diyor karım Nazife. 'Patronların da pek severlerdi çok da çalışırdın hani. Bak her şeyimiz var, büyüdü sayılır çocuklar da, daralacak ne derdin var? Haydi, neşelen artık.'

Eee… Doğru da söylüyor hani; bir karı, birkaç çocuk, bir ev ve araba.

İşte yaşamın bilançosu...

***

Hayır! Hayır! Korkuyorum ölümden!

Boşa geçen bir yaşamın ardından nasıl gidilir ki 'oraya'?

Özgürce çizmeliydim yaşamımı zorda olsa, özgürce ulaşmalıydım sona, yalnızlıkla bile yasansa…

Kanaviçe gibi dokumalıydım, güzellikleri, gizemleri…

Ter basıyor fırlıyorum yataktan.

'Dönüp durma' diyor, karım Nazife; yarı uykulu 'sıkıca örtün de uyu!'

Eee… Doğru da söylüyor hani…!

***

Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara, içine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarka, şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?

'Ne kadarı benim hayatım?' diye soruyor musunuz?

'Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime?'

Ya da 'Ben başkalarının?'

'Aynadakinin ne kadarı benim, ne kadarı oynadıklarım?'

***

Sevgiyi koydum kum saatinin doludizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine.

Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen...

Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye...

Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan...

Ötesi yalan...!