Topyekûn bir çabayla yedi düvelle yapılan savaşlardan sonra ülkenin kurulduğu ilk yıllarda, o kadar zor koşullara rağmen Osmanlı'dan kalan borçları da ödemeyi başarabilmiştik.
Şimdi ise devleti yönetenlerin ve yandaşlarının saltanat harcamalarını ödeyemeyecek, dışarıdan borç dilenecek, gariban milletin yastık altı birikimine göz dikecek duruma geldik.
On milyon gençle ve kıt imkanlarla fabrikalar kurmuş, yollar yapmış, ülkeyi demir ağlarla örmüştük.
Şimdi ise bilinmedik bir masalı anlatanlar tarafından yıllar öncesinden milletin alın terinin eseri fabrikaların, kit'lerin satıldığını görüyoruz.
Tarım ülkesi olmakta övündüğümüz yıllardan, saman ithal eden ülkeye dönüşümüzü içimiz burkularak izliyoruz.
***
Unuttuk mu?
Askerimizin başına çuval geçirildiğinde nota verme talebinde olanlara alaycı bir dille 'Ne notası, müzik notası mı' diye sorulduğu günleri.
Avukatı, savcısı oldukları 'Ergenekon Davaları'ndaki iddiaların yalan ve kurmaca olduğunu söyleyenlere edilen hakaretleri.
Eline dizine sarıldıkları, gönül insanı diye toz kondurmadıkları zatı muhteremler (!) devleti ele geçirmeye kalkışınca yine kendilerini mağdur, muhalefeti 'vatan haini' ilan ettiklerini.
Çözüm süreci sofrasında beraber doyunurken karşı gelenlere hain dedikten sonra, sırtlarından vurulacaklarını anlayınca siyasi manevra ile kendilerine karşı çıkanları aynı sofradan tıkınmakla suçladıklarını.
Unuttuk mu?
***
Eşitlikçi, özgürlükçü söylemlerin alıcısı çok olduğundan, bu çizgide yaygara yapa yapa iktidar olmuşlardı.
Sadece iktidar gücünü elde etmek için yakın-uzak herkesle iş birliği yapmaya kalkışmışlar; gücü ele geçirince de o güne kadar olan söylemlerini ve ilişkilerini inkar edip, kendilerini 'doğrucu Davut' ilan etmişlerdi.
AB'ye karşıydılar; sonra gündüz gözüyle atılan havai fişekler eşliğinde 'AB'ye girdik festivali' yaptılar. Seçim zamanında oy devşirme hatırına hemen hepsiyle tekrar papaz oldular.
Önce hatayı/yanlışı dikine dikine yaptılar, doğrusu ortaya çıkınca 180 derece çark ettiler.
Bütün kabahati/suçu da yüksek perdeden bağırarak muhaliflere yüklediler. En ilginci de, 'masumiyet oluşturma' ustalığıyla kitleleri buna inandırdılar.
Ancak her fırsatta içinde bir gram erdem olmayan bir dille muhalefeti, hatta eleştiri yönelten herkesi düşman ilan ettiler.
Kolay değil bu işler!
Ciddi bir 'siyasi manevra yeteneği' ister.
***
Siyaset;
Sözlükteki anlamına göre 'devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış.'
Yıllarca siyasetçi/politikacıların devlet işlerini düzenlediğine, doğru biçimde yürütme yetkinliğine sahip olduklarına, farklı ve özel görüşlerinden ötürü ayrılıp partileştiklerine inandık.
Çünkü sözlük öyle diyordu; biz de sözlüğe güveniyor, inanıyorduk.
***
Bizdeki siyaset anlayışını, siyasi partileri, siyasi gelişmeleri biraz irdeleyince görüyoruz ki;
Ya tanım yanlış,
Ya da siyaset tanımına uygun işlemiyor.
Galiba ikincisi; bu ülkede siyaset artık bir yönetme sanatı olmaktan çıkmış, katakulli işine dönmüş resmen.
İnsanları algıyla aldatma, özel çıkarlar doğrultusunda 'yalan söyleme sanatı' haline gelmiş.
***
Diyelim ki, ülkemizdeki siyaset anlayışı bol bol manevra yapılmasına izin veriyor.
İyi de bu kadar hızlı dönülmez ki, ortalık toz duman oluyor. Yandaşlar bile tepeden bir işaret almadan yorum yapamıyor, karar veremiyor. Oluşan ilkesizlikten 'hangi durumda, ne denir' kimse bilemiyor.
Siyasetteki yeni anlayış bu herhalde; sık sık yön değiştireceksin, kısa bir süre önce elinle kardığın çamuru muhalefetin üzerine sıvayacaksın…
Gelecekte kimin ne olacağı, nereye evirileceği belli olmaz da;
Bazılarının 'ne olduğu şimdi bile belli olmuyor, ha bire dönüp duruyorlar.'