Geçen haftaki yazımda iklim değişikliği ve aşırı hava olayları çerçevesinde doğa temelli çözümlerin (NBS) önemini vurgulamıştım.

Bu hafta bu perspektifi genişleterek, sel gibi doğal afetlerin yanı sıra depremlere ve diğer afet türlerine hazırlık konusuna da değineceğim. Ayrıca, Anadolu topraklarında atalarımızın doğal süreçlerle uyumlu çalışmalarından ilham alarak sürdürülebilir, dirençli şehirler için modern uygulamaları kıyaslamaya çalışacağım.

Doğa temelli çözümler yalnızca sel felaketleri için değil, depreme ve diğer afet türlerine karşı da dirençli şehirler inşa etmek adına güçlü bir araçtır. Afetlere hazırlık sürecinin bütüncül bir şekilde ele alınması gerektiği gerçeği, Kahramanmaraş Depremi sonrası yeniden yapılandırma projelerinde kendini göstermektedir.

Bir afet türüne karşı yapılan hazırlıklar, genellikle diğer afetlere karşı da direnci artırabilir. Örneğin, doğa temelli çözümler sadece sel riskini değil, aynı zamanda zemin stabilitesine, toprak erozyonuna ve hatta şehir içi hava kalitesine de olumlu katkılar sağlar. Bu bağlamda, Türkiye'nin depreme dayanıklı kentsel dönüşüm projelerine doğa temelli çözümleri entegre etmesi, şehirlerin sadece depreme değil, sel, toprak kayması gibi diğer afetlere de daha dayanıklı olmasına olanak tanır.

Tarihe baktığımızda, Anadolu'da doğayla uyum içinde yaşamayı başarabilen birçok uygarlığın izlerini görüyoruz. Sulama kanalları, doğal taşkın yatakları ve doğal baraj sistemleri, bu topraklarda asırlarca insan yaşamını güvence altına almıştır. Bugün de bu kadim bilgileri modern teknolojiyle harmanlayarak, hem doğaya hem de insana saygılı şehirler inşa etmemiz mümkün. Deprem sonrası yeniden yapılanma süreçlerinde bu tür doğal çözümler, maliyetleri düşürmekle kalmayıp, aynı zamanda uzun vadeli bir çevresel ve toplumsal fayda sunabilir.

Deprem kuşağında yer alan Türkiye’de, doğa temelli çözümlerin yalnızca sel ve su baskınları için değil, aynı zamanda deprem ve diğer jeolojik olaylar için de uygulanabilir olması hayati bir önem taşımaktadır. Deprem sonrası kentsel dönüşüm süreçlerinde, doğal ekosistemlerle uyumlu projeler, yerleşim alanlarının hem güvenli hem de sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda, yeniden yapılanma sürecinde uygulanan mühendislik çözümlerinin, çevresel dengeler üzerinde uzun vadeli olumsuz etkiler yaratmaması için doğa temelli yaklaşımlara öncelik verilmelidir.

Özellikle Kahramanmaraş ve çevresindeki illerde, deprem sonrası yeniden yapılanma projelerinde doğanın sunduğu çözümlerden ilham almak, gelecekteki afetlere karşı daha dayanıklı bir toplum yaratma fırsatını da beraberinde getirecektir. Bu projelerde, yerel toplulukların katılımının sağlanması ve bölgenin ekolojik yapısına uygun doğa temelli çözümlerin tercih edilmesi, yalnızca çevresel sürdürülebilirliği artırmakla kalmayacak, aynı zamanda sosyal dirençliliği de pekiştirecektir.

Dünyadaki birçok örneğe baktığımızda, deprem sonrası yeniden inşa projelerinde doğa temelli çözümler başarılı sonuçlar vermiştir. Örneğin, Japonya’da, 2011 depreminden sonra yapılan birçok şehir planlama projesinde yeşil altyapı ve doğa temelli stratejiler ön planda tutulmuştur. Bu projeler, depreme karşı daha dirençli şehirler oluşturmanın yanı sıra, çevresel ve sosyal faydalar da sunmuştur. Türkiye de bu gibi başarılı örneklerden faydalanarak, Kahramanmaraş ve çevresindeki şehirlerin yeniden yapılanmasında benzer bir yaklaşımı benimseyebilir.

Bu tür bir yaklaşım, yalnızca bir afet sonrası iyileşme ve toparlanma sürecini hızlandırmakla kalmaz, aynı zamanda gelecekteki afetlerin etkilerini de azaltır. Depreme dayanıklı binalar ve altyapılar inşa edilirken, ekosistemlerin güçlendirilmesi ve yeşil alanların artırılması, afetlerin yıkıcı etkilerine karşı bir tampon görevi görebilir. Örneğin, şehir merkezlerine entegre edilen parklar, yeşil koridorlar ve açık su yolları, hem sel sularını yönetmek hem de toprak yapısını stabilize etmek adına kritik bir rol oynayabilir. Aynı zamanda bu alanlar, halk için rekreasyon alanları sağlayarak psikososyal iyileşme süreçlerine de katkıda bulunur. Depreme hazırlıkta olduğu gibi, doğa temelli çözümler gelecekte karşılaşılabilecek diğer afet türlerine karşı da dirençli şehirler inşa etmek için fırsatlar sunuyor. Doğayla uyumlu bu yaklaşımlar, hem çevresel hem de sosyal dirençliliği ve sürdürülebilirliği bir araya getirerek, daha güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir şehirlerin temellerini atmamıza yardımcı olabilir. Ülkemizde yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde bu tür çözümler ön plana alınmalı ve yerel yönetimlerin bu yaklaşımları benimseyerek afet yönetim stratejilerini doğayla daha uyumlu hale getirmeleri sağlanmalıdır.

Atalarımızın Anadolu’da uyguladığı ve başarıyla hayata geçirdiği doğal dengeyi koruma ve afetlere karşı uyum sağlama stratejileri, modern şehir planlama projelerinde yeniden canlandırılabilir. Doğayla uyumlu, dirençli ve  sürdürülebilir şehirler inşa etmek; günümüzün karşı karşıya olduğu iklim değişikliği, aşırı hava olayları ve doğal afetler gibi büyük sorunlarla başa çıkmada kritik bir çözüm olacaktır.

Meslek insanlarının, karar vericilerin, toplumun ve yerel yönetimlerin bu konuda bilinçlendirilmesi, doğa temelli çözümlerle daha dirençli bir geleceğin inşa edilmesi için kilit bir adım olacaktır. Bu amaçla, Eskişehir Teknik Ünivesitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsünden ve Mühendislik Fakültesinden bir grup akademisyen olarak depremin hemen ardından New Mexico Üniversitesi, Duke Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi işbirliğiyle deprem sonrası yeniden yapılandırma çalışmaları kapsamında doğa temelli yaklaşımlardan olan sürdürülebilir altyapı sistemlerinin yaygınlaşması adına önemli bir çaba içerisine girdik. Çok sayıda toplantı, eğitim, çalıştayın ardından bu çaba artık yavaş yavaş neyvelerini vermeye başladı. Sağlık alanında çok uzun zamandır kullanılan Echo modelinin sürdürülebilir altyapı kullanımına ilişkin farkındalığın ve bilgi düzeyinin artması amacıyla yürütülen bu çabanın başta deprem sonrası yeniden yapılandırma bölgesinde, sonrasında ülkemizin dört bir yanında meyvelerini vermesini umuyoruz.

Tüm doğal afetlere karşı dirençli, sürdürülebilir şehirler inşa etme noktasında büyük bir potansiyele sahip doğa temelli çözümlerle, geçmişin mirasından ve günümüz teknolojilerinden ilham alarak, doğanın gücünden faydalanabilir ve insan merkezli müdahaleler yerine doğal ekosistemlerin sunduğu çözümleri hayata geçirebiliriz. Doğaya uyumlu çözümlerle hem şehirlerimizi hem de topluluklarımızı daha güvenli ve yaşanabilir kılmak, gelecekte karşılaşabileceğimiz afetlerin etkilerini azaltmak adına en doğru yol olacaktır. Her zaman olduğu gibi biz de Eskişehir Teknik Üniversitesi olarak geleceğimiz, gezegenimiz, ülkemiz ve toplumumuz için bu alanda da inovatif yaklaşımların yaygınlaştırılmasının öncüsüyüz.

Herkese iyi haftalar diliyorum.