İklim değişikliğinin en somut sonuçlarından biri, aşırı hava olaylarının sıklığındaki artış olarak karşımıza çıkıyor.

Geçtiğimiz iki hafta ele aldığım yazılarda doğa temelli çözümler (Nature-Based Solutions - NBS) konusunu ele aldım; önce küresel çapta etkisini giderek daha fazla hissettiren aşırı yağışlar, taşkınları ve ani sellerin, hem doğal ekosistemlere hem de insan yaşamına yönelik tehditlerini vurguladım. Geçen hafta ise doğa temelli çözümlerin geçmişte çok yaygın uygulandığını ve afetlere karşı daha dirençli topluluklar ve yerleşimler için de çok kritik olduğunu vurguladım.

Bu hafta doğa temelli çözümler ile ilgili serinin üçüncü yazısında ise, bu zorluklarla başa çıkmada sürdürülebilir bir yaklaşım olarak giderek daha fazla ilgi gören bu çözümlere ilişkin örnek uygulamaları  ele alacağım. Bu yazımda Dünya genelinde başarılı uygulamaları bulunan doğa temelli çözümlerin örnekleri üzerinden bu yaklaşımların nasıl hayata geçirildiğini ve hangi faydaları sağladığını kısaca aktarmaya çalışacağım.

Doğa temelli çözümler, şehirleri ve toplulukları aşırı hava olaylarına karşı daha dirençli hale getiren sürdürülebilir stratejiler olarak giderek daha fazla ilgi görüyor. Dünyanın dört bir yanındaki projeler, doğa temelli yaklaşımları kullanarak sel risklerini azaltmak, ekosistemleri korumak ve sürdürülebilir su yönetimi sağlamak amacıyla başarılı uygulamalar gerçekleştirmiştir. Bu örnekler, doğa temelli çözümlerin hem çevresel hem de toplumsal faydalar sunduğunu gösteriyor.

Hollanda, deniz seviyesinin altında olan bölgeleri ve sık yaşanan sel felaketleriyle bilinen bir ülke olarak, doğa temelli çözümler konusunda öncüdür. Room for the River projesi, nehir taşkınlarını kontrol altına almak ve su baskınlarını önlemek için doğa temelli çözümlerin başarılı bir örneğidir. Projenin amacı, taşkın tehlikesini azaltmak için nehirlerin doğal yatağını genişletmektir. Bu proje kapsamında yapılan nehirlerin genişletilmesi ve bazı bölgelerde nehrin yatağının yeniden şekillendirilmesi, suyun daha geniş alanlara yayılmasını ve böylece taşkınların önlenmesini sağlamıştır. Ayrıca proje kapsamında nehir kenarındaki setler ve barajlar geri çekilerek suyun doğal akışına izin verilmiştir. Bu sayede, su baskınlarının etkileri minimuma indirilmiştir. Hollanda’nın bu yenilikçi yaklaşımı, doğayla daha uyumlu bir şekilde yaşamayı ve su yönetimini yeniden şekillendirmeyi hedefleyen bir stratejidir. Proje, yalnızca selleri azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda yerel ekosistemleri desteklemiş, biyolojik çeşitliliği artırmış ve toplumsal yaşam alanları oluşturmuştur.

Çin’in hızla gelişen şehirleri, sellerle karşı karşıya kalan yoğun nüfuslu alanlar arasında yer almaktadır. Çin hükümeti, şehirlerde sel risklerini azaltmak ve su kaynaklarını daha etkin kullanmak amacıyla Sponge Cities (Sünger Şehirler) projesini başlatmıştır. Bu projede, şehirlerin doğayla uyum içinde suyu emmesi, tutması ve gerektiğinde kullanması amaçlanmıştır. Proje kapsamında yeşil çatılar, parklar ve su geçirgen yüzeyler sayesinde yağmur suyunun toprağa karışması sağlanmış ve su baskınları azaltılmıştır. Aynı zamanda bu alanlar, şehirlere ekolojik değer katmıştır. Projede ayrıca yapılan doğal göletler ve yapay sulak alanlar, yağmur suyunu toplayarak depolamakta ve gerektiğinde tarım veya şehir içi kullanım için su kaynağı sağlamaktadır. Sünger Şehirler projesi, Çin’in iklim değişikliğinin getirdiği su yönetimi sorunlarıyla başa çıkmada önemli bir adımıdır. Bu çözüm, şehirlerin suyu daha verimli kullanmasını sağlarken, sel baskınlarını büyük ölçüde azaltmıştır.

New York ve New Jersey kıyıları, Sandy Kasırgası gibi büyük doğa felaketlerinin sıkça yaşandığı bir bölgedir. Bu bölge, doğa temelli çözümlerin kullanıldığı başarılı örneklerden birini oluşturmaktadır. Kıyı bölgelerinin dirençli hale getirilmesi amacıyla gerçekleştirilen projede, kıyı ekosistemleri restore edilerek dalga enerjisinin emilmesi ve su baskınlarının azaltılması hedeflenmiştir. Projede bu amaçla “Doğal Bariyerler” oluşturulmuştur. Bu kapsamda kıyı boyunca mangrov ormanları, kumullar ve tuz bataklıkları gibi doğal bariyerler geri kazanılmış ve restore edilmiştir. Bu bariyerler, dalgaların enerjisini emerek kıyı bölgelerini korumuştur. Ayrıca projede yeşil altyapı uygulamaları geliştirilmiş, böylece şehirlerde aşırı yağış durumunda suyun daha hızlı emilmesini sağlamıştır. Bu projeler, kıyı bölgelerinde insan yapımı barajlar ve sert yapıların yerine doğa temelli çözümler kullanılarak, daha dayanıklı ve sürdürülebilir kıyı savunma sistemleri oluşturmayı başarmıştır.

Bangladeş, Güney Asya'da yer alan ve her yıl muson yağmurları nedeniyle sellere maruz kalan bir ülkedir. Düz araziler ve yoğun nüfus nedeniyle sel baskınlarına karşı oldukça savunmasız olan Bangladeş, son yıllarda doğa temelli yaklaşımlarla bu afetlerle başa çıkmak için projeler geliştirmeye başlamıştır. Ülkenin kırsal bölgelerinde uygulanan bu projelerde doğa temelli çözümlerden faydalanılarak su yönetimi sağlanmaktadır. Bu kapsamda “Kırsal Sulak Alanların Restorasyonu” sağlanmıştır. Doğal sulak alanlar ve taşkın ovaları restore edilerek suyun tutulması sağlanmış, taşkınlar sırasında suyun kontrollü bir şekilde toprağa karışmasına imkan tanınmıştır.

İklim değişikliğinin tetiklediği aşırı hava olayları, şehirlerimizi ve kırsal alanlarımızı her geçen gün daha fazla tehdit ediyor. Seller, yalnızca can ve mal kayıplarına neden olmakla kalmıyor; aynı zamanda ekosistem dengelerini bozarak uzun vadeli çevresel sorunlara yol açıyor. Bu kriz karşısında geleneksel mühendislik çözümlerinin ötesine geçip, doğa ile uyumlu stratejilere yönelmek hayati önem taşıyor. Doğa temelli çözümler, ekosistemlerin sunduğu doğal hizmetlerden yararlanarak, sel riskini azaltma konusunda güçlü bir alternatif sunuyor.

Hollanda’dan Çin’e, ABD’den Bangladeş’e kadar birçok ülkede uygulanan başarılı projeler, doğanın kendisini iyileştirme gücünün nasıl etkili bir çözüm olabileceğini gözler önüne seriyor. Bu yaklaşımlar, yalnızca su yönetimini iyileştirmekle kalmıyor, aynı zamanda biyolojik çeşitliliği artırıyor, ekosistemleri koruyor ve toplumsal yaşam alanlarına katkıda bulunuyor.

Gelecekte, iklim değişikliğinin etkileri daha da yoğun hissedilmeye başladığında, şehirlerimizin ve toplumlarımızın doğa temelli çözümlerle daha dirençli hale getirilmesi kaçınılmaz olacak. Doğanın sunduğu bu sürdürülebilir çözümleri benimsemek, yalnızca bugünün sorunlarına değil, gelecekte karşılaşacağımız çevresel ve toplumsal zorluklara da karşı daha dirençli bir dünya inşa etmemizi sağlayacaktır. Doğa ile uyum içinde yaşamayı öğrenmek, şehirlerimizi ve toplumlarımızı daha güvenli, sağlıklı ve sürdürülebilir hale getiren en güçlü silahımızdır.