Memduh Şevket Esendal’ın “Hasta” hikayesinde Tevfik Efendi, Maliye Veznesinde çalışıyor.

Bir gün, banka önünde vezne arabasından indiği sırada ayak bileğini incitiyor.
Ah vah derken, gidip eve yatıyor.

Tevfik Efendi evde gördüğü ilgiden memnun.

Hem evde gördüğü ilgiden hem ziyaretine gelen komşularından gördüğü ilgiden…

O da her gelen komşusuna, başına gelenleri, ciğer parçalayan iniltiler içinde anlatıyor.
E komşuları da eşek değiller ya, Tevfik Efendinin derdine derman olmaya çalışıyorlar.
Bilirsiniz, bizim milletin üstün yanı; okumadan alim, yazmadan muallim olması; hiçbir mesleği olmamasına rağmen her işten anlamasıdır.
Hasta ziyaretinde de herkes doktordur.
Tevfik Efendi’yi ziyarete gelen komşuları, önce teşhiste bulunuyorlar.
“Damar damara binmiştir.”
Sonra gelsin tedavi.
“Taze inek mayısı olsa da sıcak sıcak üstüne vurulsa, birebirdir.”
İnek mayısının ne olduğunu biliyorsunuzdur herhalde.
İnek boku!
Taze olacak ama. Dumanı üstünde tütecek.
“Çiğ bal sürmeli. Üzerine de bolca karabiber...”
Şahver Hanım da “erkek incir yaprağı,” öneriyor.
***
Bizim bir tanıdığın da hasta olduğunu söylediler.
Ağır grip.
Malum, kış. Havalar soğuk. Geçtiğimiz hafta sabahları eksi onlardaydı.
Grip salgını da var.
Bizimki, Tevfik Efendi gibi ah vah edip evde yatmayı uzattıkça uzatınca, maskelerimizi takıp ziyaretine gittik.
Yorgan döşek yatıyor. Karısı etrafında pervane. Günaşırı tavuk suyuna çorba kaynatıyormuş.
Bir ilgi, bir itibar...
“Ne oldu sana?” dedik.
İnleyerek,
“Hastayım,” dedi. “Çok hastayım. Boğazımda bir yangıyla başladı. Arkasından öksürük, balgam. İki haftadır çekiyorum. Böyle giderse öleceğim.”
“Doktora, hastaneye gittin mi?”
O sırada, bizim gibi ziyarete gelen komşu kadınlardan biri,
“Hastaneye, hapa ilaca para verme,” dedi. “Oralarda rezil olma.”
Evin hanımına anlatıyor:
“Toz zencefili, tarçını, acı pul biberi, pul biber gayet acı olsun, balla, pekmezle yoğur. Kulakmemesi kıvamına getir. Nohut büyüklüğünde yuvarla. Sabah, öğlen, akşam çiğnemeden, bir bardak suyla yutsun. İki güne bir şeyi kalmaz.”
Bir diğer komşu kadın da karabiberle kuvvetlendirilip kaynatılan nane limonun da öksürüğü anında keseceğini söyledi.
Bunların yanında bizim hastaneye, doktora gitmesini söylememiz havada kaldı.
İnsanlar da haklı.
Hastaneye gitse, sabahın köründe yola düşecek.
Önce bir, sekreter numarası almak için sıraya girecek.
Gözü ışıklı numara levhasında, sırasının gelmesini bekleyecek.
Sırası gelince derdini önce sekretere anlatacak.
Sekreter muayene numarası verecek.
Bu kez, arada bir, doktor geldi mi, muayeneye başladı mı diye sorarak, sabırla sırasının gelmesini bekleyecek.
Bütün bunlar bitince eve gitmeden eczaneye gidecek.
Elini cebine sokup, hiç itiraz etmeden, muayene katkı payı, ilaç katkı payı ödeyecek.
Eczaneden çıkınca,
“Dünyanın parası tuttu,” diye söylenecek.
E tutar tabii.
Bir ağrı kesici olmuş yüz elli lira; asgari ücret, emekli maaşı düşünülünce…

Bir de işi gücü, geliri, sigortası olmayanlar var ki vay o insanların haline.