Geçen haftaki yazımızı özetlersek;

Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak anılan, Osmanlı-Rus savaşının, Osmanlının ağır bir yenilgiyle sonuçlanması, Rusların İstanbul(Yeşilköy) diplerine kadar gelmesi ve Osmanlı Devleti’nin varlığının tehdit oluşturması, kaybedilen topraklar, 1876 yılında açılan Meclis-i Mebusan’ın 1878 yılında kapatılması, halkın ödeyemeyeceği yüksek vergiler, büyük ekonomik sıkıntılar, basına getirilen sansürler, muhaliflere uygulanan baskılar, hapisler, sürgüne yollanan paşalar, toplumda ağır hoşnutsuzluklara ve tepkilere neden oldu.

93 Harbi ile Osmanlının birçok toprak kaybı oluşunca 1 milyon 800 bin insan, İstanbul ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştı.

Bir anda bu kadar insanın gelmesi zaten iyi olmayan ekonomiyi daha da zora sokmuştu.

Anadolu halkı yoksulluk içinde olmasına rağmen, kişi başına düşen verginin en düşük olduğu ülke Osmanlı İmparatorluğu’ydu ama buna rağmen köylünün üzerine en çok vergi yükleyen ülke yine Osmanlı İmparatorluğu’ydu.                   (Kaynak: Yaresimos: Rum asıllı, Türk-Fransız tarihçi)

Köylü; toprak ağalarına ve açgözlü(rüşvetçi) vergi toplayıcılarına(mültezimlere) ağır biçimde borçlanmış, yoksulluk ve sefalet içinde çareyi şehirlere göç etmekte buluyordu. Sürekli artan vergiler nedeniyle şehirlerde, kıtlık ve parasızlıktan çöküyordu.

Büyük ayaklanmalar öncesi, “şehir aç, köy aç, ordu aç ve çıplaktı”                  (Kaynak: Münip Yıldırgan, 1904 Erzurum İsyanı Hatıraları)

Vergiler artarken fiyatlarda anormal derecede artıyor, bazı kesimlerin ve özellikle askerlerin maaşlarının çok geç ödenmesinin alışkanlık haline getirilmesi, yer yer ayaklanmalar, İstanbul, İzmir’den Suriye’ye kadar yayılmıştı.

II. Abdülhamit sadece azınlıklara değil Müslüman halkada baskı uyguluyordu.

Rüşvet olağan gale gelmiş, vergilerin sarayın şatafına harcandığı kanısı yaygındı.

Seyahat özgürlüğü kısıtlanmış, tüccarlara bile pasaport verilmemesi ticareti zora sokuyordu.

Tarım üretiminin azalmasına rağmen saray bu durumu hiç umursamıyordu. Üstelik tarım, ormancılık ve maden alanındaki özel girişimler, saray görevlilerine veya saraya yakın kişilere verilmesi ve onlara ayrıcalık tanınması şiddetli şekilde eleştiriliyordu.

Rusya ve İngiltere’nin Osmanlıyı paylaşmak konusunda anlaşmış olduklarını ileri süren İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), harekete geçerek, Selanik ve Manastır’da duvarlara ilan asarak, bildiriler dağıtarak, devletin karşı karşıya olduğu durumun sebebinin, meşruti(parlamenter sistem) idarenin olmaması olduğunu belirttiler.

Özellikle İttihat ve Terakki’nin desteklediği yüksek vergiye karşı örgütlü halk direnişleri başlamış, düzeni eleştiren afişlerin kamu binalarına asılması, rüşvetin yaygınlaşmasına karşı alınan tedbirlerin işe yaramaması, hafiyeliğin getirdiği birçok sorunun çözümsüz kalması, başkent İstanbul’da büyük huzursuzluklara neden oluyordu.

20 Şubat’ta tüm İstanbul’da camilere, Abdülhamid'in keyfi yönetimine karşı mücadele veren Prens Sabahaddin tarafından yayımlanan oldukça ağır dille kaleme alınmış bir bildiri dağıtıldı.

Bugünkü adıyla, İstiklâl Caddesinde iki kişinin ölümüne, birçok kişinin de ağır yaralanmasına neden olan bir bomba patladı. Bomba aslında bir başkasını -casusluktan zengin olmuş ünlü Saray hafiyesi Anton Bey Keutchesglou'nu- hedef almıştı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti(İTC) Meşrutiyet(parlamenter sistem) ilan edildiği takdirde her şeyin yoluna gireceğini belirtiyorlardı. Ancak II. Abdülhamit’in baskıcı yönetiminin yıkılması için çalışan birbirinden bağımsız birçok grup vardı.

İTC meşrutiyeti ilan ettirmek için her türlü çareye başvurmaya karar verdi.

1907 yılı sonlarına doğru, tek adam rejimine karşı, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birlikte tüm muhalifler, ayrılıkları bir kenara bırakarak birleşik cepheyi kurmayı başarırlar ve hedeflerinin bu rejimi sonlandırıp, II. Abdülhamit’i istifa ettirip, yönetim şeklini kökten değiştirip, meclis üstünlüğüne dayanan demokratik bir yönetim kuracaklarını bir bildiri ile halka duyurdular. (Kaynak: Ahmet Bedevi Kuran-İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler)

Duyurularında, din, dil ayrımı gözetmeden, haksız vergiler karşısında ezilen halka, topraksız köylülere, maaş alamayan askerlere, tüccarlara; vergi ödemeyi reddetmeyi, grevlerle direniş, sivil itaatsizlik eylemleri için çağrılarda bulundular.

İttihat ve Terakki’nin ve birleşik cephenin propagandasına destek veren bazı devlet bürokratlarından, Hulusi bey, Aydın Vilayeti Siyasi Büro Şefi Mehmet Mecid Bey, tapu dairesi memurlarından Abdurrahman bey tutuklandı. Her şeye rağmen İttihat ve Terakki çalışmalarına yılmadan devam ediyordu.

Alınan bütün bu sıkı önlemlere rağmen, 15 Temmuz'da Yeniköy'deki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi'nin yazlık ikametgâhı yakınında bir bomba daha patladı. Bir pakette bırakılan bomba, aslında ikametgâhın yakınında oturan Padişah'ın yakın çevresinden Necib Melhame'yi hedefliyordu. Necib Melhame'yi hedef alan bombalı saldırı başarılı olmadı, ama halk bu olayı fırsat bilerek Saray'daki ilişkileri sayesinde haksız zenginlik edinen Melhame aleyhinde gösteri yapmaktan geri kalmadı.

Eylül ayında, İstanbul, yüksek un ve ekmek fiyatlarına karşı halkın yaptığı ayaklanmalara tanık oldu. Bunalımı az da olsa hafifletmek için ekmeğin fiyatını düşürmeye karar verdiler ama bu girişim ne fırıncıları, ne de halkı memnun etti.

Olayları yakından takip eden Mustafa Kemal 13 Ekim 1907 tarihinde, ilk mezuniyetinde çok istediği ama sakıncalı görülüp atanamadığı, (daha sonra gizlice gelerek, ‘Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmak için gelmişti) merkezi Manastır’da bulunan 3. Ordunun Selanik’teki şubesine arkadaşlarının yardımı ile atanmayı başardı.

Bu tarih aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti(İTC) ile ilişkilerin başladığı tarihtir.

-sürecek-

Üzerinde "adalet, hürriyet (özgürlük), uhuvvet (kardeşlik), müsavat (eşitlik) ve ittihat (birlik)" yazılı İttihat ve Terakki bayrağı