Tarih aslında sanıldığı gibi yalnızca geçmişi değil, günü ve geleceği de içinde taşır. Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamaya çalışan ulus devletin ve toplumun nasıl hedeflerinden uzaklaştırıldığını anlayabilmek için yakın tarihimizdeki bazı siyasi kırılma noktalarını iyi bilmemiz gerekiyor.

12 Mart 1971 Muhtırası; hukukun üstünlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne, demokratikleşme çabalarına vurulan ağır bir darbedir. Bu nedenle dönemin yurtsever gençlerinin “emperyalizme, faşizme ve komprador burjuvaziye” karşı direnişlerini bir kez daha anımsatmanın; genç kuşakların ülkenin mevcut duruma nasıl “planlanarak” getirildiğini anlamalarına yardımcı olacağını umuyorum.

12 MART 1971'DE NE OLDU?

   12 Mart 1971 Muhtırası, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a muhtıra verilerek hükümetin istifaya zorlandığı askerî bir müdahaledir.

   Başlangıçta, mevcut iktidarın sivil faşizme geçtiğini ve anayasaya aykırı faaliyetlerin içine girdiğini iddia eden bazı solcu kuruluşlar muhtıraya destek verdiler. Ancak, “işin rengi” kısa sürede belli oldu.
   12 Mart’ta muhtıra verilmesini “hızlandıran” nedenlerden biri de Türk Silahlı Kuvvetleri içinde “9 Mart Cuntası” olarak adlandırılan “Sol Kemalist” yapılanmanın varlığının ortaya çıkması oldu. 9 Mart sürecinin içinde yaşayanlar uzun süre kendileri ile birlikte hareket eden Faruk Gürler ve Muhsin Batur’un son anda kendilerini ortada bırakmalarını hiç unutmadılar…
DEMOKRASİNİN ÜZERİNE ŞAL ÖRTENLER
   12 Mart 1971 Muhtırası, aynı gün TBMM’de okundu. Adalet Partisi milletvekilleri muhtırayı sessizce dinlerken bazı muhalefet partisi milletvekillerinin alkışladığı görüldü. Muhtıranın ardından Başbakan Süleyman Demirel, Cuntacıların hükümetin istifa etme baskısını kabul ederek “şapkasını alıp gitti”.
Askerler doğrudan yönetimi devralmak yerine ipleri kendi kontrollerinde partiler üstü bir hükümet kurulmasını istediler.

Nihat Erim’e hükümeti kurma görevi verildi ve “Demokrasinin üzerine şal örtülmesi süreci” başladı.
KAÇ NESİL YOK EDİLDİ?..
   12 Mart Muhtırasını verenlere göre “toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aşmıştı.” Bu sözlerin anlamı açıktı; Meydanlarda toplanıp Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” diyenlerin, sendikal bilincin gelişmesi ile hak arayanların, grev yapanların, bozuk düzene baş kaldıranların başı ezilmeliydi(!). Ama asıl gerçek; 60’lı yılların sonuna doğru güçlenen solun toplumsal meşruluğunun giderek artması ve yaygınlaşması, “günümüze kadar uzanan planları olan” emperyalizmi ve işbirlikçi komprador burjuvaziyi korkutmaya başlamasıydı.
   Muhtıra sonrası Türkiye İşçi Partisi, DİSK, TÖS ve Dev-Genç kapatıldı. Bu süreçte çok sayıda bilim insanı, yazar, gazeteci, üniversite öğrencisi ve öğretim üyesi, öğretmen, işçi, memur gözaltına alındı. Özel işkence köşkleri(!) kuruldu. Ülkesinin ve halkın çıkarlarını kendi yaşamlarından bile önde gören, okuyan, düşünen, sorgulayan yurtsever bir nesil karşıt görüşlü çatışmalar körüklenerek” yok edildi.
Kabına sığamayan gençliğe gözdağı vermek için Deniz, Yusuf ve Hüseyin idam edildi.
54 YIL SONRA...

   12 Mart 1971 Muhtırasının ardından 12 Eylül 1980’e kadar geçen 9 yılda, 11 hükümet değişikliği oldu. Siyasi tartışmaları, toplumsal bunalımı daha da derinleştiren muhtıra sonrasında yaşanan gelişmeler, ABD destekli 12 Eylül 1980 Faşist darbesine giden sürecin ön hazırlığını oluşturdu.

   12 Mart Muhtırasından 54 yıl sonra; insanca, hakça paylaşımcı bir dünya için emperyalizme, faşizme ve yerli işbirlikçilerine direnen, bozuk düzene kafa tutan, tüm insanların derdini kendi derdi bilen; bu yüzden dağda bayırda, işkencelerde ve idam sehpalarında yaşamlarını kaybedenler “doğruları ve yanlışlarıyla” hiç unutulmadılar…