Nurullah Ataç,

“Deneme, “ben”in ülkesidir,” demiş.

Yani?

Yani, yazılarında kendinden söz etmekten çekinen, kendini gizleyen deneme yazmaya niyetlenmesin hiç!

Deneme yazarı yazılarını “ben” diye yazar.

***

Diyeceğim o ki…

“Ben” dediğim benden çok siz değil misiniz?

Onun için, her şeyden çok kendimi yazacağım…

Gördüklerimi, duyduklarımı, hissettiklerimi; duygularımı, düşüncelerimi, düşlerimi, hayallerimi, hayal kırıklıklarımı; kalbimin atışlarını, yüreğimin titreyişini; sevinçlerimi, kederlerimi…

Yüz yıl sonra dünyaya gelecek olanlara,

“Ben de sizler gibi bu dünyaya geldim; yaşadım, sevdim, sevildim… Üzüldüm, sevindim…” diyeceğim.

***

Ama zordur bu tür yazılar yazmak. İnsanların karşısına çıkmak çırılçıplak…

Balzac’ın annesi,

“Balzac’ın yanında ailemizle ilgili hiçbir şey konuşmayın. Utanma duygusunu kaybetmiş o; ailemizle ilgili özel şeyleri dahi hiç utanmadan, sıkılmadan romanlarında yazıyor!” diye aile fertlerini sürekli uyarıyormuş.

Sultan da Öyküm de yazılarımda kendilerinden söz etmemi, yazılarımda adlarının geçmesini yasakladı.

Sultan,

“Ailemizle ilgili özel şeyler yazma, insanlar çok meraklı!” diye uyarıyor sürekli.

Uyarıyor ama…

Yazının peşine düşünce…

“Ekmeğin ve şarabın peşinden gider gibi” gidiyorsun işte.

***

Zeynep Oral, Can Yücel’e;

“Sevinçlerin neler?” diye soruyor.

Can Yücel,

“Geçen hafta kızı evlendirdik. Nikah kıyıldı İzmir’de. Sonra Efes’te Igor Oistrach’ı dinlemeye gittik. Güzel, geldi gelin elbisesiyle… İşte bu benim için en büyük sevinç…” diyor.

Biz de Öyküm’ü evlendirdik geçen hafta. Geçen hafta cumartesi günü gelin alıcı oldu.

Gelin arabasının arkasından dökmek için su hazırlamayı unutmuşlar telaştan.

Su aradılar, bulamadılar.

Gelini alan bekler mi? Araba hızla uzaklaşıp gitti.

Ve arkasından şiddetli bir yağmur başladı.

Eskiler “yağmur yağıyor” demezlerdi, “bereket yağıyor” derlerdi.

Öyle bir bereket yağdı ki…

***

Biz de bir iki saat sonra, Öyküm’ün arkasından, devam eden yağmurla yola çıktık İzmit’e doğru.

Pazar günü de İzmit’te düğün ve nikah oldu. Ona katıldık.

***

Sonra?

Sonra, Igor Oistrach’ı dinlemeye gitmedik.

Düğünden bir gün sonra, pazartesi günü, vedalaşıp yola çıktık geri dönmek üzere.

Can Yücel’in dediği doğru, “bu en büyük sevinç” ama… Yine de insanın içi kederle doluyor.

Her akşam, işten çıkıp Tevfik Fikret Caddesinden aşağı doğru gelişini görebilmek için balkonda saatlerce bekleyip yolu gözetliyordum.

Biraz geç kalacak olsa yüreğim sıkışıyordu, bir şey mi oldu, çevre yolunda arabasına mı çarptılar diye.

Bir ara;

“Öyküm artık akşamları ofisinden çıkınca eve gelmeyecek mi?” diye sordum, Sultan’a.

Yüzüme baktı Sultan. Hiçbir şey söylemedi.

Aptalca bir soruydu.

Ben de başka bir şey sormadım.

Öylece, Öyküm’ü orada bırakıp geldik.