Cicero da "Yaşlılık Üzerine" diye bir kitap yazmış, MÖ 42 yılında.

Günümüzden iki bin altmış altı yıl önce.
Demek ki iki bin altmış altı yıl önce de yaşlılığın ne olup ne olmadığı üzerine kafa yoruluyormuş.
Belki milyon yıl önce de...
Cicero, ölümünden bir yıl önce yazmış, "Yaşlılık Üzerine" kitabını.
Kızı Tullia'yı kaybedince, Romalı büyük devlet adamı Cicero, devlet işlerinden elini çekip bu kitabı yazmış.
İyi ki de öyle yapmış; devlet işlerini yapacak çok.

Ya böyle bir kitabı yazacak, yazabilecek?
Dünyaya nadiren gelir...
***
Kitabı yazdıktan bir yıl sonra, altmış iki yaşında ölmüş, Cicero.

Suikastla öldürülmüş.
Acaba ben ölmeden kaç yıl önce yazıyorum bu yazıyı?
Orası bilinmez.
Marquez’in, "Benim Hüzünlü Orospularım" romanının kahramanına özenirken doksan yaşıma kadar yaşayacağım diye, vakitsiz ölüp gitmek de var kaderde...
"Uğurlar ola, doktor,” diyordu, onu doksanıncı yaş gününde beyaz takım elbisesini giyip geneleve, Rosa Cabarcas’ın evine; Delgadina’ya giderken gören yaşlı melez kadın.

Delgadina, ruhum benim.”
***
Cicero, Latin edebiyatının büyük bilgesi yaşlı Cato üzerinden anlatıyor yaşlılıkla ilgili düşüncelerini.
Cicero, yaşlı Cato'ya, yaşlılığın çocukluk gibi, gençlik gibi doğal bir süreç olduğunu söyletiyor.
Ama biz, "Nedir yaşlılık?" diye soracak olursak kendimize...
Cicero olmadığımıza göre...
Boktan bir şeydir yaşlılık, diyebiliriz.

***
Nedir yaşlılık?
Aşık olamamaktır yaşlılık, dersek çok mu afili bir söz etmiş oluruz?

Yahut da, güzel bir kadın karşısında hiçbir şey hissetmemektir…
Güzel bir kadına trene bakar gibi bakmaktır yaşlılık dersek?
***
Nedir yaşlılık?
Yaşlılık, kristal kadehlerden yakut renkli kırmızı şaraplar içememektir.
Müzik dinlemekten, kitap okumaktan, şarap içmekten eskisi kadar zevk alamamaktır.
Okumaya başladığın kitabı bir gecede bitirip bir kenara koyamamaktır yaşlılık.

***

Nedir yaşlılık?

“Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat.” demektir yaşlılık.
***
Yaz başında Sultan, bir haftalığına şehir dışına gitmişti.

Giderken,
"Öyküm'e söyleyeyim de arada gelip sana baksın," dedi.
"Neden?" dedim.
"Ne olur ne olmaz!” dedi. "Kendine bakamazsın. Hastalanıp edersin. Mesela kalp krizi geçirsen yalnızken, ne olacak?"
"Bu nereden çıktı şimdi? Neden kalp krizi geçireyim durup dururken? Öyküm’e bir şey söyleme, buna gerek yok."
"Selin'e söyleyeyim o zaman!" dedi.
"Selin mi? Selin kim?"
"Karşı komşumuz. Doktor."
"Eee? Gidip, karşı komşunun ziline basıp; kalp krizi geçirdim, geri hayata döndürür müsün beni mi diyeceğim? Henüz o kadar yaşlanmadım ben!" diye öfkelendim.
İçim keder ve kaygıyla doldu.
Demek ki ileride, yaşlanınca, küçük bir çocuk gibi birinin gözetiminde olacağım hep.

Hayatı yalnızlık içinde geçmiş biri olarak buna dayanabilir miyim ben?
Yaşlılık budur işte!
Kendi kendine yetememektir…
Kahrından ölmektir yaşlılık!
O gün geldiğinde, yaşlandığımda ne yaparım hiç bilmiyorum.