O kadar işim var ki...
Bu kadar işin arasında...
Kafamı kurcalayan bu kadar çok şey varken...
Bir de oturup yazı yazmak...
Eh işte, bizim bu boş işler...
Hayatın gerçekleriyle; mal mülk, makam mevki, şan şöhret vesaire vesaireyle hiç ilgisi olmayan yazı yazmak gibi boş bir işle uğraşmak…
Saçmalık!
***
Turner’e de karısı kızıyordu,
“Gemi enkazı boyama saçmalığından başka bir şey bilmez misin sen!” diye.
Turner, İngiliz ressam.
Günümüzden 173 yıl önce, 1776-1851 yılları arasında yaşamış.
Binlerce resim bırakmış geride.
Ne var ki…
Resimlerinin büyük çoğunluğu gemi enkazı resmiydi.
Gemilere takmıştı kafasını.
Büyük, devasa dalgalı denizler…
Denizde gemiler…
Dalgaların arasında çırpınan, alabora olmaktan kurtulmaya çalışan gemiler…
Gemi enkazları…
Karısının,
“Gemi enkazı boyama saçmalığından başka bir şey bilmez misin sen,” diye kızması bunun içindi.
Gemi enkazı boyamak!...
Kim bilir, belki de Turner, çalkantılar içindeki ruhunu çiziyordu tuvallere.
Büyük, devasa dalgalardan kurtulmaya çalışan ruhunu…
Annesi akıl hastanesinde ölmüştü.
Kendi aklı da pek sağlam sayılmazdı.
Pansiyon işleten geçkince dul bir kadına takılmıştı.
Evden kaçıp, ortalıktan kaybolup kadının pansiyonuna gidiyordu.
“Hanımefendi! Boş odanız var mı bana verecek?”
Bir gün de, iki kocası da ölmüş bu bıkkın, bezgin dul kadına,
“Hanımefendi, burnunuz Yunan heykeli Afrodit’i anımsatıyor bana!” deyince kadın, Turner’in bu sözlerine kıs kıs gülerek,
“Aaa! Beyefendi, şaşırdınız mı siz! Benim yaşlı burnum mu?” demişti.
“Evet hanımefendi, ikindi güneşinde burnunuz Afrodit’in burnu kadar güzel gözüküyor,” demişti.
Çünkü Turner, baktığı her şeye bir tabloya bakar gibi bakıyordu.
Randevu evindeki, henüz daha yirmi iki yaşında olan İlayza’ya gidiyordu ara sıra.
Onu ilk tanıdığında, İlayza, eteğini toplayarak muhteşem güzellikteki bacaklarını gösterip,
“Daha fazlası da var,” dediğinde, Turner;
“Hayır! Hayır hanımefendi,” demişti.
Onun yatağa uzanmasını, sağ kolunu yatağa uzatmasını, sol elini alnına koymasını istemişti.
Kendi de eskiz defterini çıkarıp karşısına oturmuştu.
Onun istediği tek şey genç kadının resmini yapmaktı.
O kadar güzeldi ki İlayza, Turner, onun resmini yaparken hıçkırarak ağlıyordu.
Turner’ın onun resmini yaparken hıçkırarak ağlaması İlayza’nın güzelliği miydi, ruhundaki çalkantılar mıydı?
Kim bilir belki de, İlayza’nın o eşsiz güzelliğini tam olarak resmedemediği içindi…
Bir türlü bunu başaramadığı içindi resim yaparken İlayza’nın karşısında hıçkırarak ağlaması.
Nereden bilebilirdi ki bugün dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak anılacağını?
Peki bizim yazdığımız…
Hayatın karmaşası, hengamesi içinde…
İki arada bir derede yazdığımız şu yazılar?
Turner’in, hiçbir şeye, karısı Sarah Danby’in, “Gemi enkazı boyama saçmalığından vazgeçmeyecek misin?” azarlamalarına aldırmadan gemi enkazı boyama çılgınlığı gibi bir şey olabilir mi?
Turner’in da bizim bu yazıların da sizi pek ilgilendirmediğini biliyorum.
Fakat işte…
Yine de…