Güzel bir yazı yazmak geliyor içimden.
Nasıl güzel bir yazı?
Bilmiyorum.
Güzel bir yazı işte.
Belki hafif neşeli bir yazı.
İnsanları sıkmayan, karamsarlığa sürüklemeyen...
Ne bileyim...
Müzik gibi; mesela genç, güzel bir kızın çaldığı bir kemanın sesi gibi…
İnsanı dinlendiren, insanı alıp başka yerlere götüren bir yazı.
***
Ama işte, istemekle olmuyor pek çok şey.
Bir film izlemiştim.
Genç bir kız…
Evde bakmak zorunda olduğu, babasının kim olduğunu bilmediği küçük bir çocuk ve hasta, yaşlı bir baba…
Cehennem gibi bir ev.
Ve o oyuncu olmak istiyordu.
Çalışıyordu, çabalıyordu, uğraşıyordu…
Ama bir türlü olmuyordu.
Bir türlü oyuncu olamıyordu.
Porno sektörü dışında kimse ona küçük bir rol dahi vermiyordu.
Hangi filmdi, ne zaman izlemiştim, film tam olarak böyle miydi?
Hatırlamıyorum.
O kadar çok film izledim ki…
Üç bine kadar saydım izlediğim filmleri.
Sonra saymayı bıraktım.
Şimdi diyorum, neden?
Neden bütün zamanımı bunlara harcadım?
Ya kitaplar?
Şimdi onları koyacak yer bile yok.
Çoğunu da okumaya zamanımın kalmayacağı kesin.
İyi kitapların yanında öyle abuk sabuk kitaplar da almışım ki?
Kendime çok kızıyorum bazen; bütün zamanımı, en iyi yıllarımı bunlara harcadığım için.
Ne olacak şimdi bütün bunlar?
Hepsini okuyabilmem için yüz yıl daha yaşamam gerekiyor.
İşin garip tarafı kitap almaya devam ediyorum.
Kimdi, kitaplığındaki her kitabı okumak zorunda olmadığını söyleyen?
Umberto Eco muydu?
E tabii, kitaplığında 50 bin kitap olunca...
Bu konuda en iyi fikir Puşkin’e ait.
“Alınan her yeni kitap; yeni tanışılan, nasıl biri olduğu merak edilen güzel bir kadın gibidir,” diyor Puşkin, “Gizli Günce”de.
“Gizli Günce”yle ilgili de birçok gürültü koparılmıştı.
Yok sahteymiş, yok Puşkin böyle şeyler yazmazmış.
Nasıl şeyler yazmazmış Puşkin?
Ahlaksızca, hatta sapıkça şeyler.
Neden yazmasın ki?
Kitabın adı “Gizli Günce” zaten.
Sonra, “Gizli Günce”deki üslup Puşkin’in üslubuna benzemiyormuş falan.
Osmanlı-Rus savaşını anlattığı “Erzurum Yolculuğu” gibi mi yazacaktı, “Gizli Günce”yi?
“Gizli Günce” Puşkin’i ahlaksız göstermek isteyenlerin bir uydurmasıymış.
Yazarın ahlaklısı, ahlaksızı mı olur?
“Justine”in yazarı Marquis de Sade…
Henry Miller, Bukowski ve diğerleri…
Ne der buna?
***
Güzel bir yazı yazacaktık ama işte, yazı nereye getirdi bizi?
E tabii, o kadar da kolay değil güzel bir yazı yazmak.