Türkiye'de üretim maliyetlerindeki artış ve düşük taban fiyat uygulaması nedeniyle çiftçiler üretimden vazgeçmeye başladılar.

Türkiye'de 5,5 milyon çiftçi var, yarısının tarlaları ipotekli. Sadece bankalara olan borçları 650 milyar TL, tüm özel ve kamuya olan borçları 850 milyar TL. Son 20 yılda bankalara olan borçları tam 122 kat artmış durumda. Üretim yapabilecek halleri kalmadı…

Mazot, gübre ve ilaç gibi tarımsal girdi maliyetlerinin yükselmesine karşı, ürünlerin fiyatının bu maliyetleri karşılayacak seviyede olmamasından dolayı çiftçiler üretmekten vazgeçti…

Anayasanın 171. Maddesi üreticinin ve tüketicinin hakkının korunması için kooperatifçiliğin ve üretici birliklerinin desteklenmesini emrediyor. Bütün bunlara rağmen devlet tarafından üretim yeterince desteklenmiyor. Sonuçta Türkiye'de gıda enflasyonu yüzde 100 ve OECD ülkeleri arasında 1’inci durumdayız. Bu işten hem üretici zararda hem de tüketici zararlı…

* * *

İşini profesyonel olarak yapan geçimini bu yönde sağlayan üreticiler ticaret yapan tüm işletmeler kazanç sağlamak zorundalar…

Çiftçilerde bu ekonomik faaliyeti yaparken geçimlerini sağlayacak parayı kazanmak için yapacak. Üretici bir üründen zarar ettiğini gördüğü zaman kendisini daha güvende hissedeceği kazanacağı başka ürünlere yöneliyorlar. Kim kaybediyor? Elbette ki ülke kaybediyor…

Üreticilere kazanma ve güven duygusu kazandırılmazsa ülkemizde gıda sorunu büyük bir tehdit olacak. Eğer üretmezsek fiyatlar daha da artacak. Üreticiye para kazandırmazsanız üretici daha ucuz ilaçlarla tarlasındaki hastalıklara karşı mücadele eder. Bu bir taraftan verim kayıplarına yol açarken diğer taraftan da sağlıksız ürünler elde edilir. Bu ülkede sağlıklı gıdaya ulaşmak istiyorsak üreticiye para kazandırmalıyız. Üreticinin üretme heyecanını korumak zorundayız...

Genç nüfusun tarıma dönüşünün yollarını aramalıyız

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, "Ülkemizde tarım nüfusu yaşlanıyor" demiş…

Doğru. Seyitgazi’nin Ayvalı Mahallesinde (köy) bahçe aldığım için haftanın 3-4 günü gidip geliyorum…

Zaman zamanda iki kahvesi olan Ayvalıdaki üreticilerle sohbet ediyorum…

Dikkatimi köyde genç nüfusun olmaması…

Tarımla uğraşanların sayısı da giderek azalmış…

Yaşları 60’ın üzerinde olanlar son yıllarda üretim maliyetlerinin artması, ürettiği üründen para kazanamaması nedeniyle üretimden vaz geçmişler…

Köyden kente göç de hızla devam ediyor. Kırsalda gelir seviyesi ülke ortalamasının üçte biri dolaylarında. İş arayışı, çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlama isteği, eğitim, sağlık imkanlarından iyi bir şekilde yararlanma beklentisi, sosyal güvence arayışı, sosyal statü kazanma, teknolojide meydana gelen değişme ve gelişmelerden yararlanma isteği gibi nedenlerle köyden kente yoğun göç dalgaları yaşanmaya devam ediyor. Bu durumu tersine çevirmek elimizde…

Genç nüfusun tarıma dönüşünün yollarını aramalıyız. Bunun için başta kırsal kalkınma desteklerinin yanında çiftçi gelirlerinin artırılması, diğer sektör gelirlerine yaklaştırılması gerekiyor. Kırsal bölgelerde ekonomik getirisi olan faaliyetler de artırılmalı…

Gençleri tarımsal üretime sevk edecek doğru politikalar uygulanmaz ve ciddi teşvikler verilmezse uzun vadede ülkemizin gıda arz güvenliği üzerinde ciddi riskler oluşacak…

İktidar bu riski görmüyor mu?

Dışa bağımlı kalmamak, üretimi artırmak, üreticinin girdi maliyetlerini gerçek anlamda düşürmek için gerçek anlamında desteklenmesi şart…

Verilen destekler üreticiyi tatmin etmiyor…

“GELECEK YIL EKMEYECEK”

Yeşil Sakarya Üreticiler Birliği Başkanı Süleyman Buluşan, “İlaç ve gübre fiyatları öyle bir olduk ki, ülke fırsatlar alemi oldu. Benim geçen sene aldığım gübre fiyatı ile şimdikini karşılaştırdığımızda, bu neyin nesi, hangi enflasyon, hangi sistemin sonucu. Kaldı ki biz bunların hepsine katlanıyoruz üretici olarak. Katlanamadığımız tek bir şey var, sattığımız malın para yapmaması. Malımı satamıyorum zarar ediyorum” diye yakınmış.

Haklı bir yakınma. Ancak bunu iktidar ya görmüyor ya da görmezden geliyor…

Üretim fazlalığına da dikkat çeken Buluşan, şunları söylemiş: “Malımız para etmiyor. Ben toprağa 7 bin lira para gömüyorum, malımı 7 liraya satamıyorum ve zarar ediyorum. Bir dahaki sene nasıl ekeceğim? Patates ve soğanda biz bunu her yıl yaşıyoruz. Üretim fazlalığının sebebi, planlı üretim yapılmaması. Bizim sistemimiz bozuk, planlı üretim, planlı pazar diye keyfimizden demiyoruz”.  

Gerçekten Türkiye’de ürün planlaması yok…

Bu yıl hangi ürün para ettiyse üretici gelecek yıl ona yükleniyor. Bu kez ürün ihtiyaçtan fazla olduğu, ihraç edemediği için de zarar ediyor…

“ÜRETİCİ BİR KİLO BUĞDAY PARASINA BİR EKMEK ALAMIYOR”

Süleyman Buluşan, “Yapılması gereken planlı üretim, planlı pazar. Burada sivil toplum örgütlerini çalıştıracaklar. Kooperatif kur demesini biliyorlar. Kurduruyorsun ama arka kapıdan diğer üreticiyi serbest bırakıyorsun. Üreticinin ‘ekmeyeceğim’ demesindeki sebep bunlar. Ekmek olmuş 10 lira, bir kilo buğdayı 10 lira yapmazsan üretici neden eksin. Sen benim elektriğime yüzde 38 zam yaparsan bu ekme demektir. Üreticinin ‘bir dahaki yıl ekmeyeceğim’ demesindeki sebep bunlar ve hakikaten ekmeyecek. Şu ortamda ekmeyecekler, bu seneki ekimi seneye bulamayacağız” derken haklı değil mi?

* * *

Sattığı bir kilo buğday parasıyla bir ekmek bile alamayan, hatta Eskişehir’de sıcak sulardaki tuvalete bile giremeyen üretici bugün “ürettiğimizin karşılığını alamıyoruz” diye eylem yapıyor.  Birileri ise çıkıp, “bunlar provokatör” diyor… Bu şekilde itham etme yerine kendileriyle oturup “ne istiyorsunuz?” diye sorsalar, seslerine kulak verseler soruna çözüm bulacaklar. Ancak onlar bunu yapmak yerine eylem yaparak sorunlarını duyurmaya çalışan üreticiyi “kışkırtıcı” diyerek haklı taleplerine kulak tıkamayı tercih ediyorlar…

* * *

Hiç Olmazsa Safım Belli Olur

Kral Nemrut, İbrahim Peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra açıklık bir yere büyük bir odun yığını kurdurmuş. Sonra vermişler odunları ateşe. Alevler o kadar yükselmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Bütün hayvanlar da korkup kaçmışlar.

Askerler, İbrahim Peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Atacaklarmış ki Nemrut’un ne güçlü bir kral olduğunu görülsün, anlaşılsın, bir daha ona karşı gelmesin hiç kimseler.

Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa ateşe doğru gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennem ateşine doğru. Gökte uçan ve gagasında ateşe atmak üzere bir dal parçası taşıyan bir karga onun bu telaşını görüp sormuş hemen: "Bu acelen nedir karınca, nereye böyle?".

Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp; "Duymadın mı?" demiş. "Nemrut, İbrahim Peygamber’i ateşe atacakmış. Ben de o ateşi söndürme çapasıyla su götürüyorum”.

Bu sözleri duyan karga kendini tutamayarak kahkahalara boğulmuş. Sonra karga sormuş: "Peki karınca, sen şu ateşe dönüp baktın mı hiç? Ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?"…

Su taşıyan karınca; "Olsun" demiş. "Hiç olmazsa safım belli olur"…

Bu hikayeyi okuyunca hemen aklıma, “parti parti dolaşarak sizin yanınızdayım” diyenler geldi…

Karınca gibi hiç olmazsa dik durunda safınız belli olsun…

* * *