Hayat dediğimiz şey, bir anın diğerine eklenmesinden ibaret. Ancak kaçımız bu anlardan ne kadarını gerçekten yaşayabiliyoruz?
Romantizm akımı bize, hayata derin bir tutkuyla sarılmanın, anı hissetmenin ve her şeyi kalbimizde yoğun bir sevgiyle yaşamanın önemini hatırlatıyor.
Romantikler, insanın hislerini ve doğayla bağını merkeze alır. Onlara göre, bir dağın zirvesindeki rüzgârı hissetmek ya da bir çiçeğin kokusunu fark etmek, yaşamanın özüne dokunmaktır.
William Wordsworth'ün şu sözleri bu duyguyu ne kadar da güzel anlatır: “Doğa, insan ruhu için büyük bir ilham kaynağıdır. Onun fısıldamalarına kulak vermeyi öğrenen herkes, hayatta huzuru bulabilir.”
Anın güzelliğine tutunmak, Romantiklerin eserlerinde sıklıkla gördümüz bir temadır. Johann Wolfgang von Goethe’nin "Genç Werther’in Acıları"nda, bir mektuplaşma arasından sızıp gelen şu ifade aklımda: “Hayatın tadını, onu hiçbiri unutulmayacak anlar halinde yaşayarak çıkarmalısın.” Goethe’nin kahramanı Werther, her anı derinlemesine hisseder ve bu hislerle yaşamın karmaşık ama bir o kadar da anlamlı yapısını bize gösterir.
Şu hayatta çoğu zaman, ya geçmişe takılır ya da geleceğin belirsizliğiyle kayboluruz. Halbuki, Romantiklerin dünyası bize anı yaşamanın ve bu anın bize sunduğu güzellikleri fark etmenin önemini öğretir. Bir ağaçtaki kuşun cıvıltısı, bir dostun sıcak bir gülümsemesinin hayatın büyüsünü her an hissedebileceğimizi gösterir.
Bununla birlikte, Romantizm’in söylediği bir şey daha var: Hayata duygularımızı koymak. Kalbimizin attığı her saniyeyi bir sanat eseri gibi yoğun ve anlamlı kılmaktır. “Hayat, küçük şeylere hayran olmakla anlam kazanır. O anın güzelliğini fark et ve ruhuna işle.”
Romantiklerin dünyasından bize kalan miras, anı yaşama cesareti ve insan ruhunun derinliklerine inebilme yeteneğidir. Belki de hayatımızın gerçek sorusu şu olmalı: “Bugün ne kadar yaşadım? Hayatı ne kadar hissettim?”
Bu soruların cevabı sadece yaşadığınız anı ne kadar sahiplendiğinizde gizli. Bir ormanda yürürken ayaklarınızın altında ezilen yaprakların sesi, deniz kenarında dalgaların ritmi ya da bir çocuk kahkahasının yankısı... Hayat, bu küçük ama değerli anlarla dolu. Bizim yapmamız gereken, bu anları fark etmek ve onların içine dalarak derin bir bağlantı kurmak.
Aynı zamanda, hayatı yoğun duygularla yaşamak, korkularımızı ve kaygılarımızı geride bırakma cesaretini de gerektirir. Romantizmin bu cesareti aşılayan tarafı, bize insan olmanın çelişkilerini ve bu çelişkilerden doğan güzellikleri kucaklamayı öğretiyor. Belki de ünlü şair Shelley’in şu sözleri bu düşünceyi özetler niteliktedir: “Kalp, ızdırap ve mutlulukla yoğun bir bağ kurduğunda gerçekten yaşar.”
Hadi, bugün bir şeyleri değiştir, o anın içinde kaybol. Belki de hayatın gerçek anlamı orada saklıdır. Zamanın akıp gitmesine izin vermek yerine, onunla bir dansa başlamak için bir adım at. Unutma, hayatın büyüsü, onu yaşama şeklimizde gizlidir. Ruhun ritmini ancak anı yaşamakla yakalarız.