Mektup önemli bir iletişim aracıydı eskiden.
Pullanıp postaneye götürülürdü.
Sonra?
Sonra postacı yolu beklenmeye başlanırdı.
Ha geldi ha gelecek postacı.
On beş gün, bir ay…
Bekle Allah bekle.
Hele bir de aşk mektubuysa beklenen…
Kaç genç kızın, delikanlının kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmıştır postacının elinde mektupla geldiğini görünce?
Nasıldı o şarkı?
“Bak postacı geliyor, selam veriyor
Herkes ona bakıyor, merak ediyor,” diye devam ediyordu şarkı.
Notaları da vardı.
Okullarda flütle çalınıyordu.
***
Bazen de postacı, ne kadar beklersen bekle…
Gelmezdi.
Ya sevgilimizin gönlü olmaz…
Başını naza çekip bize cevap yazmazdı ya da postacı mektubu kaybederdi.
Belki de açıp okurdu!
Kim bilir?
Hadi bir fıkra anlatalım yazının burasında.
Eskiden köşe yazarları her yazısına bir fıkrayla başlarmış.
Belki de onun için köşe yazısının bir adı da fıkra.
Neyse bu bilimsel şeylerle edebiyat tarihçileri uğraşsın, biz yazıya devam edelim.
Fıkra şöyle:
Çocuk, Noel Baba’ya mektup yazmış.
“Noel Baba, babam ben küçük yaştayken öldü.
Annem hasta olduğu için çalışamıyor.
Yılbaşında lütfen bana bir futbol topuyla futbol ayakkabısı getir.”
Alıcı, Noel Baba!
Noel Baba’nın adresi ne?
Adresi yok.
Öyle olunca postacı mektubu açmış.
Çocuğun yazdıklarını okuyunca çok duygulanmış.
Arkadaşlarından para toplamış.
Ayakkabı alamamışlar ama futbol topu alıp, paketleyip çocuğun adresine götürmüşler.
Paketin gönderen kısmına da Noel Baba yazmışlar.
Bir hafta sonra bir mektup daha gelmiş, Noel Baba’ya.
“Sevgili Noel Baba, gönderdiğin hediye için çok teşekkür ederim.
Ama keşke hediyeyi kendin getirseydin.
Paketten sadece futbol topu çıktı, galiba postacı paketi açıp ayakkabıyı çalmış!”
***
Şimdi günümüzde…
Ne mektup kaldı, ne de yolu gözlenen postacı.
Ne de mektubu açarken, okurken duyduğumuz o heyecan.
Şimdi?
Şimdi cep telefonu…
İnternet…
E-posta…
Mesaj…
Sonra?
Sonra, buz gibi soğuk bir “merhaba” kaldı.
O da öyle düzgün bir “merhaba” olsa.
Aynen şöyle:
“Mrb. Nbr?”
Dijital çağ!
Aşksız, sevgisiz, duygusuz, buz gibi soğuk bir çağ işte!