Bir film izlemiştim.
Beni çok etkileyen bir film…
Yönetmenliğini Philipp Kadelbach'ın yaptığı bir film.
'Nackt Unter Wölfen.'
'Kurtlar Arasında Çıplak.'
Bruno Apitz'in kitabından uyarlanmıştı film.
En iyi, en etkileyici filmler de, bana göre, romanlardan, öykülerden uyarlanan filmlerdir…
Ama tabii romanla, öyküyle film aynı şey demek değildir.
Muzaffer İzgü, Tolstoy'un Anna Karenina romanından uyarlanan filmi izledikten sonra sinema salonundan üzüntüyle çıktığını anlatmıştı.
'Dokunsalar ağlayacaktım!' demişti.
Çünkü romanı okurken hayalinde canlandırdığı dünyalar güzeli Anna Karenina'yı filmde görünce, Anna'nın, hayalindeki kadar güzel olmaması, kendi Anna'sına hiç benzememesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı.
Siz yine de, benim bu yazımın sizde bir etkisi olursa, hem kitabı okuyun hem de filmi izleyin.
Tavsiyem budur!
***
Bu romanı, filmi tam olarak hatırlayabilecek miyim şimdi bilmiyorum.
Ama sanat eserlerinde sizi etkileyen öyle bir yan; öyle bir kare, öyle bir cümle vardır ki hayatınız boyunca unutamazsınız…
Hatırladığım kadarıyla filmdeki olaylar, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Buchenwald Toplama Kampı'nda geçiyor.
Kampta ağır yaşam koşulları…
Gaz odaları, insan yakma fırınları…
Dikenli teller arasında ölüm, tehdit, işkence…
Ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesi…
***
Kampa bir gün, bir bavul içinde, üç yaşlarında küçük bir çocuk getiriliyor.
Geride kalan kimsesi olmadığı için dışarıda hayatta kalması mümkün olmayan bir çocuk…
***
Korkunun, tehdidin hakim olduğu…
Her an gaz odasında toplu olarak öldürülme, fırında canlı canlı yakılma, kurşuna dizilme tehlikesinin olduğu kampta, tutsaklar arasında bir tartışma başlıyor.
Çocuk, yetkililere teslim mi edilmeli yoksa saklanmalı mı?
Teslim edilirse, çocuğun Naziler tarafından infaz edileceği kesin.
Başka bir kampa nakledilen tutsakların arasında gizlice dışarı çıkarılsa, çocuğun dışarıda hayatta kalması imkansız.
Çocuğun kampta kalması halinde, yakalanırsa hem çocuğun hem de onu saklayan tutsakların öldürüleceği de kesin.
***
Neden sonra Naziler, kampta küçük bir çocuk saklandığını öğreniyorlar.
Ve çocuğun kendilerine teslim edilmesini istiyorlar.
Kamptakilerse çocuğu teslim etmemeye karar veriyorlar.
Bunun üzerine, çocuk teslim edilinceye kadar birer birer, meydanda, diğerlerinin gözleri önünde kurşuna dizilecekleri söyleniyor.
Büyük bir korku, kaygı, tereddüt yaşanıyor kampta.
Kimileri, yaklaşan ölüm korkusuyla çıldırıyor.
Aklını yitiriyor.
Ama yine de çocuğu vermiyorlar.
İnfaz başlıyor.
Kamp tutsaklarından biri, kurşuna dizilmek üzere meydana getirildiğinde şunu söylüyor ölmek üzere olan diğerlerine:
'Bir çocuğa sahip çıkamayacaksak yaşamanın ne anlamı var!'
***
Bu sadece bir film tabii…
Gerçekte böyle mi?
Değil!
Geçtiğimiz günlerde okulun birinde otizmli çocukların diğer çocuklardan nasıl izole edildikleri çıktı ortaya.
Çocuklar farklı bir kapıdan okula alınıyorlar. Teneffüse okulun arka bahçesine çıkarılıyorlar.
Ve en acısı da diğer çocukların velileri bu çocukları okulda istemiyor.
Oysa bu çocuklar…
Sadece bu çocuklar da değil, toplumda bizden farklı kim varsa o bizim öteki rengimizdir.
Ve bu dünya…
Ve bu yaşam hepimizindir.