Bizde tatil denince deniz kenarına gidip bir hafta, bilemedin on gün; uzatabilirsen, gücün kuvvetin yerindeyse en fazla on beş gün otel ile sahil arasında mekik dokumak anlaşılır.
Gün boyu denize girip çıkmak...
Şezlonga uzanıp hasır şemsiyenin altında farkında olmadan, daha ilk günden tavuk gibi kızarmak...
Fakat işte; şezlong, şemsiye kişi başı ücrete tabi olduğundan bu da bir nevi ayrıcalıktır ve ekonomik gücün, kelli felli bir adam olmanın göstergesidir.
Zira yüz metre ötedeki; otellere, denize nazır tesislere satıla satıla beş on metre kalmış halk plajında 'büyük insanlık' taşın, kumun, çerin çöpün üzerine serdiği hasırın, plaj havlusunun üstünde, naylon şemsiyenin altında kavrulmaktadır o sırada.
Konakladığın otelin yıldızı da ekonomik gücünü gösterir.
Normalde hiç arayıp sormayan adam seni durup dururken arayıp da, 'napıyon' diye başladığı geyik muhabbetinin ardından,
'Biz de işte tatildeyiz,' dedi mi ilk sorulan,
'Otel kaç yıldızlı?' sorusu olur.
Sonra arkasından,
'Denize sıfır mı?' sorusu gelir.
'Vallahi birader, aradan sadece yol geçiyor. Yüz metre var yok denizle aramızda.'
Sonra,
'Kendine ait plajı var mı otelin; şezlongu, şemsiyesi?' soruları gelir peş peşe.
'Olmaz mı yahu, beş yıldızlı otel!' diye hava basarken, tatilden sonra, otelin her bir yıldızının bir tarafına kaçtığını banka kartı hesap özetine şöyle bir bakınca anlar.
Sonra yarım yamalak, doğaçlama bir yüzme tekniğiyle yarım saatte bir denize girip çıkmak...
Denizle kıyı arasında gidip gelmek...
Ve denize girip çıktıkça şemsiyenin altında, devasa göbeğe iki bira yuvarlamak...
İşte bizde tatil denince anlaşılan budur.
Ülkemize gelen yabancılarsa, ülkelerinin üç tarafı denizlerle çevrili olmadığı halde...
Ülkelerinin denize dayanan tek bir kıyısı dahi bulunmadığı halde, küçük çocukları da dahil her biri iyi birer yüzücüdür.
Ama yine de bizimkilerden daha az deniz meraklısıdırlar.
Yüzme bilmeyen insanların denize girip çıkıp yüzmeye çabalamasıyla iyi yüzme bilen insanların yüzmeye hevesli olmaması hakikaten düşündürücü bir durum insan psikolojisi açısından.
***
Asıl derdi deniz, yüzmek, kumsal falan değil yabancı tatilcilerin.
Onlar için tatil gezip görmek.
Tarihi mekanları, müzeleri, harabeleri, antik kentleri gezmek.
***
Tabi bu bir kültür meselesi…
Eğitim şart, deniyor ya, bu bir eğitim meselesi.
Değilse tatilde müzeleri, tarihi mekanları gezmek taşla toprakla tatili heba etmek olarak görülür ki...
Bizde bu anlayış yaygındır.
***
Tabi diğer taraftan...
Mesela İzmir Selçuk'taki Efes Antik Kent giriş ücreti 72 lira.
Ve bu sadece giriş ücreti.
Bununla ören yerlerini gezebilirsin.
Yamaç evlerini de gezmek istersen 36 lira daha ödemelisin.
Toplam yüz sekiz lira.
Rehber falan yok tabi bunun içinde.
İki sen, iki de çocuk olsa...
Dört yüz otuz iki lira.
Çocuk sayısı üçse, beş yüz kırk lira.
Avroya vurunca yaklaşık 95 Avro.
Aylık ortalama geliri, sıradan işlerde çalışanın bile üç dört bin Avro olunca, yabancılar için neredeyse bedava, bizim tarihi mekanları gezmek.
Her şeye; yediğine, içtiğine, giydiğine; aldığına, sattığına KDV ödeyen; başı, kıçı, dişi ağrısa, her ay maaşından düzenli olarak sigorta pirimi kesildiği halde, muayene katılım payı ödeyen; maaşından gelir vergisi kesilen; elektriğe, suya, gaza sorma öde parası ödeyen bizim 'büyük insanlık' için 72 TL'lik giriş ücreti, 36 TL'lik ekstra ücret 'yuh!' dedirtecek bir ücret.
Müzelere, tarihi mekanlara giriş bedava olmalı kendi vatandaşına oysa.
Bedava olmalı ki gelip görsün.
Yine de gelmez ama...
Onun tatil anlayışı, otele ödediği parayı, kendine özgü doğaçlama yüzme tekniğiyle denizi döverek kuruşuna kadar çıkarmak.