Yaşama tutunmak için çalışmak zorunda olan kesim, toplam nüfusun yüzde 70’inden fazla. Ücretli istihdam olarak adlandırılan bu kesim, bir işverene bağlı olarak belirli bir ücret karşılığında çalışırken, toplam yaşam süresinin büyük kısmını işine adamak durumunda.
1750’li yıllardan bu yana büyük bir hızla gelişen sanayi toplumunda çalışma süreleri, işçi sınıfının verdiği mücadelelerle birlikte bugünkü seviyeye kadar erişti. Sanayi Devrimi’nin ilk yıllarında Avrupa ülkelerinde çalışma süreleri 16-18 saate kadar uzanıyordu. İşçilerin sendikaların çatısı altında birleşerek verdiği çeşitli mücadeleler sonunda, İş Kanunları aracılığıyla bugünkü çalışma koşulları oluştu. Çalışma koşulları içerisinde ise ücretlerle birlikte en fazla önem taşıyan konu çalışma süreleri.
Tablo 1: 1870 Yılında Bazı Avrupa Ülkelerinde Bir İşçinin Ortalama Yıllık Çalışma Süresi
1870 yılında Avrupa ülkelerindeki çalışma süreleri ortalama olarak Tablo 1’de yer alıyor. Bu tabloya göre en düşük çalışma sürelerinin- söz konusu yıl itibariyle- İngiltere’de olduğu göze çarpıyor. Bunun en temel nedeni, İngiltere’deki işçi sınıfının, diğer ülkelere göre daha erken bir tarihte sendikal örgütlenme içerisine girmesi ve daha insani çalışma-yaşam şartları için mücadeleler vermesi. Örneğin, 1830’lu yıllarda “genel oy hakkı” için Parlamento’ya sunulan dilekçeler ve kitlesel eylemler, söz konusu mücadelenin parçaları arasında yer alıyor. Çartist hareket olarak adlandırılan bu hareketin sonunda, 1848 yılı itibariyle İngiltere’de günlük çalışma süreleri 11 saate düşürüldü.
1800’lü yılların ikinci yarısında, çeşitli Avrupa ülkelerindeki işçilerin verdiği kolektif mücadelelerin temelinde 8 saatlik işgünü talebi yer almaktaydı. Nitekim uluslararası işçi örgütlerinin 1889 yılında 1 Mayıs’ı Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul etmesinin arkasında da bu talep bulunuyordu (Yıldırım Koç, 1 Mayıs’ın Gerçek Tarihi).
Özetle, işçilerin çalışma sürelerini insani bir düzeye kavuşturmak üzere verdiği mücadeleler sonunda uluslararası düzeyde çalışma standartları oluşmaya başladı.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 1935 yılında haftalık çalışma süresinin 40 saat olarak düzenlenmesini içeren 47 sayılı sözleşmeyi kabul etti. Ayrıca 1962 yılında kabul edilen 116 sayılı Tavsiye Kararı’yla da üye ülkelerin çalışma saatlerini aşamalı olarak düşürmesi önerildi. ILO, 116 sayılı Tavsiye Kararı’nda ölçü olarak 47 sayılı Sözleşme’de yer alan haftalık 40 saat çalışma ilkesini benimsedi.
ILO’nun haftalık çalışma ve dinlenme sürelerine ilişkin standartları arasında yer alan bir örnek de 1921 yılında kabul edilen 14 sayılı Haftalık Dinlenme (Sanayi) Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme, hükümetlere sanayi işletmelerinde günde 8 ve haftada 48 saati aşan çalışmaların engellenmesi, işçinin haftada en az 24 saat dinlenme hakkını kullanması için hükümetlere yükümlülük getirmiştir. Türkiye, ILO’nun 14 sayılı sözleşmesini 1946 yılında onaylamış; ancak çalışma sürelerini 40 saatle sınırlama yükümlülüğünü getiren 47 sayılı sözleşmenin hâlen tarafı değildir.
Tüm gelişmelere rağmen, Türkiye’de çalışma süreleri hâlen oldukça fazladır. Yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanunu’na göre işçilerin çalışma süreleri haftalık 45 saattir. Devlet Memurları’nın çalışma süreleri ise 40 saat ile sınırlandırılmıştır. Bu durum bir yandan özellikle kamu sektöründeki çalışma koşulları açısından adaletsizlik algısına yol açarken, öte yandan insani çalışma şartlarından uzak bir görüntü çizilmesine neden oluyor.
Çalışanlar, zamanlarının büyük kısmını işyerleri ve işverenleri için harcıyor. Bunun karşılığında elde edilen kazançların ne denli yeterli olduğu ise kamuoyunun takdirinde…
Bu durum, işçilerin sağlık ve güvelikleri açısından da riskli sonuçları beraberinde getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve ILO’nun 2016 yılında küresel düzeyde yaptığı bir araştırmaya göre her yıl 745 bin kişi fazla çalışma süreleri yüzünden yaşamını yitiriyor. Rapora göre uzun çalışma saatleri, inme ve kalp krizi gibi nedenler başta olmak üzere birçok riski beraberinde getiriyor ve işçinin ölümüne yol açabiliyor. Araştırma bulguları arasında yer alan çarpıcı sonuçlara göre:
- Haftada en az 55 saat çalışan bir kişinin, 35-40 saat aralığında çalışan bir kişiye göre felç geçirme riski yüzde 35 oranında artmaktadır.
- Aynı şekilde 55 saat çalışan bir kişinin 35-40 saat çalışan bir kişiye göre kalp krizi geçirme riski ise yüzde 17 oranında artmaktadır.
Uzun çalışma süreleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından en önemli tehditlerden birisidir. Uluslararası düzeyde yapılan araştırmalara göre 40 saati aşan çalışmalar, işçinin sağlık ve güvenliği açısından tehdit unsuru olarak görülüyor. Çalışanların, gün içerisinde 9’uncu saatten itibaren çalışmaya devam etmeleri, iş kazası riskini arttırıyor. Çalışma sürelerinin yüksek olması, Türkiye’de de dünya genelinde olduğu gibi ölümlü iş kazalarının artmasıyla sonuçlanıyor.
Sonuç olarak net bir şekilde söylenebilir ki: Türkiye’de çalışma süreleri haddinden oldukça fazla düzeyde! Buna karşılık elde edilen ücretler ise bir hayli düşük…
Bir işverene bağımlı olarak çalışanların, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde oy kullanırken dikkate alması gereken hususlardan birisi de bu olgu olmalı. Bir işverene bağımlı statüde yaşamını sürdürmemiş ve hamasi söylemlerle siyaset üretme girişiminde olanlara karşı tereddütle yaklaşılmalı….