Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllardır devam eden bir mesele var: işçi-memur ayrımı.

Özü itibariyle bağımlı durumda olan bu istihdam statüleri, farklı hukuksal düzenlemelere tâbi olmaları nedeniyle birbirinden ayrılıyor. Hukuksal düzenlemelerin çeşitliliğine bağlı olarak çeşitli istihdam statülerini içinde barındıran kamu kesiminde, yararlanılan haklar ve yükümlülükler bakımından yaşanan farklılıklar birçok sorunu beraberinde getiriyor.

            Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayınlanan son verilere göre, 2024 yılının Temmuz ayı itibariyle ülke genelinde ücretli çalışan (işçi statüsünde) sayısı 15 milyon 889 bin 385 kişi. Bu sayının içerisinde kamu kesimi ve özel sektör işçileri yer alıyor. Bunun haricinde 4 milyona yakın sayıda memur ve sözleşmeli personel bulunuyor. Yaklaşık 5 milyon kişi de kayıt dışı olarak çalışıyor. Bu sayılarla birlikte yaklaşık 25 milyon kişi bir işverene veya devlete bağlı olarak çalışıyor.

            İşçi statüsünde istihdam edilenler, özel veya kamu sektörüne bağlı olmaları nedeniyle farklı hak ve olanaklara sahip olabiliyor. Kamu-özel fark etmeksizin tüm işçiler, 4857 sayılı İş Kanunu, Deniz İş Kanunu, Basın İş Kanunu ve Borçlar Kanunu gibi hukuksal düzenlemelere bağlı olarak istihdam ediliyor. Güvence yönünden kamuda çalışanlar daha şanslı durumda.

Öte yandan sendikalı ve toplu iş sözleşmeli işyerlerinde çalışanlar, diğer işçilere oranla çok daha iyi maddi ve manevi olanaklara sahip olabiliyor. Ancak Türkiye’de bu haklardan yararlanan işçi sayısı oldukça düşük. Sendikalaşma istatistiklerine bakıldığında durum daha iyi anlaşılıyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) verilerine göre ülke genelinde kamu-özel fark etmeksizin işçilerin yaklaşık 2 milyonu sendikalı. Bunlar içerisinde ise toplu iş sözleşmesinin bulunduğu işyerlerinde çalışanların sayısı daha düşük. Net bir rakama ulaşmak, yöntemsel açıdan mümkün olmamakla birlikte, Türkiye’de gerçek anlamda sendikal haklardan yararlanan işçilerin toplam işçi sayısı içindeki oranı yaklaşık yüzde 8 civarında. Kısacası, ekonomik ve sosyal haklar yönünden avantajlı durumda yer alan işçi sayısı oldukça düşük.

Kamu kesimi içinde bir değerlendirme yapıldığında ise işin rengi değişiyor. Gerek kamu kesimi işçileri gerekse kamu görevlileri açısından sendikalaşma oranı oldukça yüksek. İşçi statüsünde çalışanlar, özel sektör işçilerine benzer şekilde işçi sendikalarına üye olabiliyor. Hükümetle konfederasyonlar (Türk-İş ve Hak-İş) arasında imzalanan kamu çerçeve anlaşma protokolüne bağlı olarak ekonomik ve sosyal haklarını kullanabiliyorlar.

Memurlarda ise kamu kesimi işçilerine benzer bir sendikal hak ve özgürlük ortamı söz konusu değil. Çoğunlukla iktidar partisine yakın olan konfederasyonlara bağlı olan sendikalar örgütlü durumda. Alternatif sendikal örgütler de kurulmuş olmakla beraber, kamu görevlileri statü hukukuna tâbi olmanın dezavantajını fazlasıyla hissediyor. Kamu görevlileri, alternatif örgütlere yöneldiğinde ayrımcılık, baskı, yıldırma politikaları, istifaya zorlama gibi birçok saldırgan davranışla karşılaşmak mümkün.

Toplu iş sözleşmesi ve grev haklarının bulunmaması, kamu görevlilerinin işçiler kadar sendikal haklara sahip olmamasına yol açıyor. Sonuç olarak da işçiler ikramiye, ilave tediye ve benzeri haklara sahipken diğer grupta yer alanlar yalnızca Memur-Sen ile hükümet arasındaki anlaşmanın şartları çerçevesinde ödenen aylıklara mecbur durumda kalıyor.

Kamu görevlileri, memurlar ve sözleşmeli personelden oluşuyor. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı verilerine göre 2024 yılı itibariyle Türkiye’deki kadrolu personel (memur) sayısı 3 milyon 468 bin 214. Sözleşmeli personel sayısı ise 397 bin 847. Memurların büyük çoğunluğu (3 milyon 933 bin kişi) genel bütçeli dairelerde çalışıyor. Bunun yanı sıra üniversiteler, özel bütçeli daireler, kamu iktisadi teşebbüsleri, il özel idareleri ve belediyeler, sosyal güvenlik kuruluşları gibi kurum ve kuruluşlarda çalışanlar da bulunuyor.

Memurların çalıştıkları kurumlarda, işçi statüsünde istihdam da söz konusu oluyor. Ayrı hukuksal statülere tâbi olarak çalışan istihdam grupları arasında ise çeşitli nedenlerle çatışmalar yaşanabiliyor. Özellikle toplu iş sözleşmeleriyle kazanımlar elde eden işçilerin, kamu görevlileriyle aynı seviyede veya biraz daha üzerinde ekonomik haklar elde etmesi durumunda gerilim giderek artıyor. İşçi-memur ayrımı biçiminde kendisini gösteren tabakalaşma, kamu kurum ve kuruluşlarındaki çalışma barışını tehdit ediyor.

Oysa işçilerin elde ettikleri gelirler, memurların aylıklarından bağımsız bir şekilde ödeniyor. Dolayısıyla memurların işçilerin ekonomik ve sosyal haklarından ziyade kendi sosyal ve ekonomik haklarını geliştirmek için çabalaması gerekiyor. Bunun için yapılması gereken ise cesaretle örgütlenmekten başka bir şey değil.