Türkiye’de nüfusun yaklaşık 32 milyonluk kısmı işgücünde yer alıyor. Ücretli istihdamda yer alan ve almak isteyenlerden oluşan bu kesim, aileleriyle birlikte ülke nüfusunun en büyük grubunu oluşturuyor.

  İşçi, memur, sözleşmeli personel ve benzer kadrolar fark etmeksizin tamamı emek gücüyle yaşamını idame ettirmeye çalışan bu kesimi işçi sınıfı olarak tanımlayabiliriz. Bahsi geçen sınıf, ülkedeki iktisadi artığı yaratmakta, ancak yarattığı değerin karşılığını yeterince alamamaktadır.

            Sınıflar arasındaki bölüşüm sorununu, sokaklarda ve tüm kamusal alanlarda gözlemlemek mümkün. İktisadi açıdan ise “Gini katsayısı” olarak ifade edilen oran, bölüşümdeki adaletsizliği sayısal olarak göz önüne sermektedir.

            Toplumu gelir gruplarına göre yüzde 20’lik 5 dilime ayırdığımızda, toplam üretilen gelirden en düşük payı en alt kesimde yer alan yüzde 20’lik dilimin aldığını net bir şekilde gözleyebiliriz. Üretilen değerden aslan payını alan kesim ise en üst dilimde yer alanı elbette. Üstelik aradaki makas her geçen gün açılmaya devam ediyor…

            Üretilenin bölüşümündeki adaletsizlik her geçen gün derinleşiyor. Bu derinleşmenin nedeni Türkiye’nin ekonomi-politik yapısına bağlı. Kamudan özel sektöre yapılan kaynak aktarımı, emekçilere yönelik sosyal koruma kapsamının daralması, kamusal harcamaların düşürülmesi ve adaletsiz vergi düzeni… Her biri bölüşümdeki adaletsizliğin arkasında belirgin rol oynuyor.

            Türkiye, söz konusu adaletsiz bölüşümde dünya ülkeleriyle hatırı sayılır bir rekabet içerisinde. Öyle ki Gini katsayısının en yüksek olduğu OECD ülkeleri arasında dördüncü sırada yer alıyor…Yani gelirin adaletsiz dağıldığı ülkeler arasında ön sıralardaki yerini koruyor…

            Bölüşümdeki adaletsizliği önlemenin yolu örgütlenmekten geçiyor. Ancak ne yazık ki Türkiye’de emekçi kesimlerin örgütlenme oranı da oldukça düşük. SGK’ya kayıtlı işçi statüsünde istihdam edilenlerin örgütlenme oranı yaklaşık yüzde 15 düzeyinde.

Memurlardaysa örgütlenme oranı yüzde 70 civarında seyretmekte olup, ülkedeki memur örgütlenmesinin nitelik itibariyle ideolojik ve siyasi konjonktürle ilgili olduğunu tekrar etmeye gerek yok.

Ülkedeki örgütlenmenin düşük olmasının arkasında birçok sebep var. Ancak en baştan belirtmek gerekir ki Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomi-politik sistem ve tercih edilen iktisadi politikalar, örgütsüz işçi kitlelerine ihtiyaç duyuyor… Nitekim Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ve işkollarında sendikal nedenlerle iş sözleşmesi feshedilen işçiler, ülkedeki işgücü piyasasının temel özelliği hâline geldi!

İşverenlerin sendika karşıtı tutumları, insan haklarına, Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere ve ulusal mevzuata aykırı. Ancak buna karşı uygulanan yaptırımlar yetersiz ve yargılama süreçleri her türlü düzenlemeye rağmen geç işliyor. Hatta Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen! Özetle işverenlerin sendika karşıtı tutumları, Türkiye’nin hukuk devleti olma ilkesini zedelemeye tam gaz devam ediyor.

Örgütlenememe sorununun arkasında işverenler ve hükümetler gibi sendikal örgütlerin de kusurları var elbette. Sendikal bürokrasi, bu anlamda öne çıkan sorun alanlarından birisi… Ancak her şeye rağmen ülkede sendikal örgütlenme için yoğun çaba içerisinde olan işçi önderleri var. Madenlerde, gıda ve diğer imalat sanayi işletmelerinde, limanlarda ve çeşitli sektörlerde çalışan işçilerin daha adil bir bölüşüm düzeninde yer alması adına mücadele eden önemli insanlar var.

Diğer taraftan ülkede çalışanları olumsuz etkileyen maliye ve ekonomi politikalarına karşı harekete geçme eğilimi de görülüyor. 20 Ekim Pazar günü saat 11.00’de Ankara Anadolu (Tandoğan) Meydanı’nda gerçekleştirilmesi planlanan emek buluşmalarını bu anlamda ele almak mümkün. Türk-İş, “Zordayız geçinemiyoruz”, “vergide adalet”, “emekçiye, asgari ücretliye ve emekliye adil gelir”, “işsize iş, taşerona kadro ve sendikal haklarımız” ve “insan onuruna yakışır bir yaşam” sloganlarıyla tüm emekçileri meydana davet ediyor. DİSK’in 25 Eylül’de Saraçhane’de gerçekleştirdiği işçi buluşması da bir diğer örnek…

Ülkede yaşam koşulları gittikçe ağırlaşıyor ve durum kolaylıkla düzeleceğe de benzemiyor. Söz konusu emek ve işçi buluşmaları ne kadar yararlı olur bilinmez, ama hiçbir eylem ve söylemde bulunmamaktansa bir araya gelerek kamuoyu yaratmak önemli… Tüm iyiniyetli çabaların karşılık bulmasını ümit ediyorum.

Emek cephesini örgütlemek ve sorunları dile getirmek için mücadelesinden vazgeçmeyenlere sonsuz teşekkürler…