Sanatsız bir dünya düşünülemez. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, sanatın ne için yapıldığı önemli değildir.
Sanat, başlı başına bir güzelliktir; toplum için ya da sanatın kendisi için yapılmış olması fark etmez. Sanat, yaşam içindir, her şey içindir.
Bu yazımda sanata farklı bir bakış açısıyla yaklaşmak istiyorum. Bu sanat akımında, gerçek olduğu gibi gösterilmek zorunda değildir. Asıl mesele, gerçeğin bizde uyandırdığı duygunun ne olduğudur. Ekspresyonizm, tam da bu bakış açısıyla sanata yaklaşır. Dış dünyayı olduğu gibi değil, iç dünyanın fırtınalarıyla şekillendiren bir akımdır.
Hayatta bazen duygularımız da Oskar Kokoschka’nın Portrelerindeki dalgalı hatlar gibi, kontrolsüz ve sert olabilir.James Ensor ‘un Maskelerle dolu tabloları gibi, etrafımızdaki insanlar tanıdık görünse de içlerinde bambaşka yüzler taşıyor olabilir.
İçimiz kimi zaman dalgalı bir deniz gibi huzursuzdur. Bir sabah uyanırız ve her şey aynı gibi görünse de içimizdeki fırtına yüzünden dünya bambaşka gelir gözümüze. Çocukken koştuğumuz sokaklar daralmış, evin penceresinden baktığımız gökyüzü eskisi gibi mavi değilmiş gibi hissederiz. Güneş bile daha soluk, ağaçlar daha eğik gelir gözümüze. Çünkü aslında gördüğümüz şey değil, hissettiklerimiz değişmiştir. İşte o an, bir ekspresyonist gibi bakıyoruzdur dünyaya.
Ekspresyonist sanatçılar, dünyanın göründüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışır. Onlar, görünün arkasındaki gerçekliği ararlar ve onu kendi duygularıyla yeniden yaratırlar.
Bu yüzden ekspresyonizm sadece bir sanat akımı değil, bir bakış açısıdır. Bizi sınırlayan nesnel dünyayı parçalayıp içimizdeki gerçeklikle yeniden inşa etmektir.
Bazen kelimeler yetmez, bazen gerçeklik yetersiz gelir. O an bir ressam gibi düşünmek gerekir. Hayata kendi renklerini katmak, kendi fırça darbelerinle onu yeniden şekillendirmek...
Çünkü bazen gerçek, yeterince gerçek değildir. Ama hislerimiz her zaman bize aittir.
"Sanat gerçek değildir, ancak bizlere gerçeği anlamayı öğretir." -