İnsan, bitki, hayvan başta olmak üzere bütün biyolojik yaşamın olmazsa olmazı olan "su", iklim krizinden en çok etkilenen doğal kaynaklardan biridir.

Bu kaynağın karadaki varlığı ve beslenmesi, doğal bir olay olan, yağışla sağlanır. Denizler, karalar ve hava arasındaki su alış-verişi sonucu oluşan yağış, bir su çevrimidir (su döngüsü) ve hidrolojik çevrim olarak da adlandırılmaktadır. Zaten doğanın tüm işlevleri çevrimler halinde düzenlenmiş olup, bu sayede yaşamın devamı için çok önemli olan kaynaklar, tekraren kullanılabilmektedir. Hep aynı düzen içinde sürüp giden çevrimlerde, arada bir ortaya çıkan değişmeler, belirli bir sınır içinde kalarak etkili farklılıklara neden olmazlar, ancak insanların çevrede yaptığı aykırı değişiklikler, doğal çevrimlerde ciddi bozulmalar oluşturabilmektedir. Bunların meydana getireceği sonuçlar, önlenmesi ve geri döndürülmesi mümkün olmayan büyük zararlara yol açabilmektedir. 2001 yılında, "Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), hidrolojik çevrimde değişiklikler olabileceğinin tahmin edildiğini ve bunun ardından iklim kuşaklarında değişiklikler görüleceğini, şiddetli hava olaylarının sık ve etkili olarak cereyan edeceğini, kuraklık, erozyon, tuzlanma, çölleşme olaylarının artacağını, sellerin, taşkınların daha fazla görüleceği uyarısını yapmıştır. Diğer bazı kaynaklar da, bunların yanı sıra ani ve kuvvetli yağışlar, dolu, yıldırım, fırtına gibi afetlerin sıklaşacağını açıklamışlardır. Aynı zamanda çok dikkat çekici uyarılar olan bu ön görüler ve açıklamaların gerçekleşen sonuçlarını, özellikle son 20 yıldan buyana yaşamaktayız.

Türkiye genelinde yıllık alansal yağış değeri (1991-2020 değerleri ortalaması, normal, diğer bir deyişle kıyaslama değeri olarak alındığında) 573,4 mm’dir. Bu değer 2020 de 500 mm, 2021 de 525 mm olmuştur. Kıyaslama değeri İç Anadolu Bölgesi için 402,2 mm; Ege Bölgesi için 604,7 mm olarak belirlenmiştir. İç Anadolu Bölgesi'nin 2020 değeri 325 mm, 2021 değeri 375 mm’dir. Ege Bölgesinin ise 2020 değeri 475 mm, 2021 değeri 595 mm olmuştur. 2023 yılında ve 2024 ün bugüne kadar olan süresi içinde yaşadığımız sıcak ve kurak koşullar da dikkate alındığında durumun ciddiyeti artmaktadır. Suya olan ihtiyaç da talep de giderek artıyor çünkü nüfus artıyor, endüstriyel faaliyetler artıyor, kentleşme artıyor, gıda ihtiyacı ve buna bağlı olarak tarım ürünleri ihtiyacı artıyor ve bu nedenle sulanır alanlar genişletiliyor, su isteği fazla olan ürünlerin ekilişleri artıyor. Sıcaklar artıyor, kuraklık olayları sıklaşıyor ve şiddeti artıyor, canlıların su tüketimi ve buharlaşma artıyor. Yaşam standardı yükseldikçe de insanların su tüketimi artıyor.

Bütün bunlara karşın sahip olduğumuz su miktarı aynı kalıyor veya azalıyor. 2022 yılı verilerine göre, kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarı 1346 metre küp olup, sınıflandırmada (Folkenberg indeksi), “su stresi (su sıkıntısı)” çeken bir ülke durumundayız. Bazı yörelerimizde ise bu değerin 1000 metreküp civarında olduğu tahminleri bulunmaktadır (Doğruysa, oralarda su kıtlığı olması tehlikesi var demektir. Su kıtlığı olursa; içme-kullanma suyu kısıtlanır, atık sistemleri iyi çalışmaz ve salgın hastalıklar oluşur, göçler başlar, gıda ve sanayi üretimi düşer, turizm çok etkilenir). DSİ’nin tahminine göre 2030 yılı itibarıyla İç ve Batı Bölgelerimizde %40 dan fazla oranda "su sıkıntısı" çekilecektir. Tarım, ülkemizde suyun en fazla kullanıldığı sektördür ve son yıllarda tarım ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan su, toplam kullanılabilir suyun %70’inden hep daha fazla olmaktadır. Buna rağmen ülke olarak geldiğimiz noktada artık bugüne göre daha az suyla, bugünkünden daha fazla miktarda ve kalitede üretim yapma zorunluluğumuz vardır. Bu mümkündür fakat bunun sağlanmasını sadece üretenlere bırakmak, istediğimiz sonucu veremeyecektir. Su, doğrudan sağlık, gıda, enerji ve daha birçok yaşamsal konuyu etkilediğinden kullanımı ve korunmasında değişik derecelerde, doğrudan ve dolaylı olarak ilgili resmi, özel kuruluşlar ile sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları (ilköğretimden üniversitelere kadar), kooperatifler, sulama birlikleri vb. sorumluluk almalıdır. Sulanan alanlarımızın %90’ından fazlasında geleneksel yüzey sulama (salma yani vahşi, karık, tava vb.) yöntemleri kullanılmaktadır. Bu yöntemlerle verilen suyun bitki tarafından kullanılma oranı %50-60 gibi düşük bir seviyedir yani suyun yarısına yakını bir bakıma boşa harcanmış olmaktadır. Buna karşılık basınçlı sulama sistemleri (yağmurlama, damla) kullanıldığında hem daha etkin, hem de işçilik, zaman, su ve enerji bakımından çok daha tasarruflu bir üretim yapılabilmektedir. Sulama uygulamasının kontrolü çiftçidedir ve sulama sistemleri kendiliğinden istenen yararı sağlayamaz.

Çiftçilerimizin ise eğitime ve özellikle "bilinçlenmeye" çok ihtiyacı vardır. Halihazırda üreticilerin çoğunda, sık ve bol miktarda su verme ve mevcut suyun tamamını kullanma eğilimi vardır. Bunun hep faydalı olacağı gibi eksik bir bilgiye sahiptirler. Bu doğru değildir. İhtiyaçtan fazla su verildiğinde önce sulama ve enerji maliyeti artar. Toprakta bulunan bitki besin maddelerinin bir kısmı belki de çoğu yıkanır ve köklerin ulaşamayacağı derinliklere iner, geniş sıra aralı bitkiler yetiştiriliyorsa ve sıra araları da sulanırsa otlanma olacağından bunun mücadelesi de maliyeti artıracak, zaman kaybı yapacak, hastalık ve haşereler için uygun ortam olacağından bazen bunun için de zaman ve para harcanacaktır. Fazla su aynı zamanda köklerin solunumu ve gelişmesini buna bağlı olarak da bitkilerin gelişmesini yavaşlatacaktır. Ancak maliyet, işçilik, zaman darlığı, iş yoğunluğu, vb. çeşitli zorlukları ileri sürerek, eski alışkanlıklarını bırakmayan çok sayıda çiftçi vardır. Fakat yüksek sıcaklıklarda, hele kurak zamanlarda, yetiştirmekte olduğu ve geçimini bağladığı ürününün yanmaması için dar bir zamanda su vermesi gerektiğinde, ileri sürdükleri gerekçelerde sonuna kadar haklıdırlar. Sulama hiç de kolay bir iş değildir ve bunu yapacak olan üreticilerin çoğu orta yaşın üzerinde kimi yorgun kimi bezgindir. Ortak su kullanımında büyük sıkıntılar yaşanmakta, çok sıcak ve kurak havalarda yüksek buharlaşma kayıpları ve diğer kayıp-kaçaklardan dolayı suyun erişemediği yerlerde, ürünleri çok büyük zararlar görmektedir. Bazı yerlerde, bulabilirlerse kirli su ile sulama yapmaktan başka çare bulamayanlar olduğu ifade edilmektedir. Su konusunda halkımızı bilinçlendirmede yeterli değiliz, daha fazla gecikmeden elbirliği yapmalıyız. Bu gün, israf eden iflas eder durumunda değiliz belki, ama böyle gidersek onu da yaşayabiliriz, sonrasını düşünmek bile ürkütücüdür