Dünya'da büyük bir krize dönüşen iklim değişikliklerinin sonuçları konusunda, özellikle iki binli yılların başından buyana yapılan öngörüler, uyarılar ve bilgilendirmelerde bulunan çeşitli kaynaklar, 2030 yılını adeta bir kırılma, aşılması istenmeyen bir eşik ve öncesiyle bir kıyaslama yılı olarak kullanmışlardır. “O, tarihe altı yıl kaldı”.

İklim değişikliğinin bugüne kadar görülen en ürkütücü etkilerinin başında; dünya genelinde olduğu gibi, ülkemizde de görülen, su varlığının mevsimlere ve yıllara göre dağılımında neden olduğu önemli değişiklikler gelmektedir. İçinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyıl boyunca ortalama küresel sıcaklıkların artacağı, güçlü ısı dalgaları ve kuraklıkların daha fazla görüleceği, farelerin, bazı böcekler ve hastalıkların sayısı ve zararlarının artacağı öngörüsü artık yaşadığımız bir gerçek oldu. 2030 yılı itibarıyla, ülkemizin büyük bir kısmının oldukça kurak ve sıcak bir iklimin tesiri altına gireceği, nüfusun yüksek olduğu ve de tarım ürünleri yetiştiriciliğinde büyük önemi bulunan bazı bölgelerimizde etkili düzeyde “su stresi” başlayabileceği öngörüsü ise ziyadesiyle korkutucu gelmeye başladı.

Nüfus, kentleşme ve kent nüfusunun artmasıyla birlikte suya ve gıdaya talep de hızla artmaktadır. Buna karşın, yıllık toplam yağışımızda ve su kaynaklarımızda çok ciddi azalmalar görülmektedir. Meriç, Marmara, Sakarya, Gediz, Küçük Menderes, Akarçay, Yeşilırmak, Kızılırmak, Konya Havzalarında “su baskısı” hissedilir derecede artmaktadır. Ülkemizin yer aldığı coğrafya ve değişik iklim koşullarının verdiği çeşitli olanaklar sayesinde oldukça büyük olan tarımsal üretim potansiyelimize, birçok zorluk ve kısıtlar yüzünden, hiçbir zaman ulaşamadık. Kısıtların başında “su” gelmektedir. Türkiye'de tatlı su kaynakları ve su miktarı ülke çapında ciddi farklılıklar göstermektedir. Var olan kullanılabilir su kaynaklarımızı azalmalara neden olacak şekilde kullanmaktan azami derecede kaçınmak gerekirken, giderek artan ölçülerde “kirlenme” nedeniyle büyük kayıplar yaşamaktayız. Kirlenme nedeniyle en başta topluma içme-kullanma suyu sağlanmasında sıkıntılar oluşmakta, kirlenmiş sulardan kaynaklanan çeşitli hastalıklar vb. nedenlerle doğal yaşam da büyük zarar görmektedir.

Türkiye oldukça ciddi bir su kirliliği ile karşı karşıyadır. Kirlenmenin başlıca nedenleri arasında ; kentsel  atık suların arıtılmadan ya da kısmen arıtılarak akarsu, göl, gölet vb. yerüstü sularına verilmesi, katı atık depolarından (çöp, gübre vb.) sızan suların yerüstü sulara karışması, tarımda yanlış ve kontrolsüz kullanılan gübre ve kimyasal bitki koruma ilaçlarının sulama suyu geri dönüşleri ile yerüstü ve yer altı sulara karışması hatta aküferlere kadar ulaşması, sanayi kuruluşlarının atık sularının kontrolsüz bir şekilde deşarjı sonucu yerüstü sulara karışması ve erozyon sunucu çeşitli kimyasal ilaçlar ve/veya kimyasal gübre kalıntıları ile bulaşık toprakların yerüstü sularına taşınması gelmektedir. Ülkemizde pek çok su kaynağında kirlenme önemli boyutlardadır.

Ergene, Meriç, Simav, Susurluk, Nilüfer, Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Sakarya, Porsuk, Ankara, Çark suyu gibi kaynaklar özellikle endüstriyel atık su deşarjları nedeniyle, çeşitli derecelerde kirlenmiş bazı yüzey sularıdır. Sektörlere göre bakıldığında suların kullanılmasında en büyük payı tarım almaktadır. Tarım ürünleri yetiştirmede kullanılacak su ; bitkilerin su ihtiyacını karşılayan, bitkiye, toprağa, toprak içinde yaşayan canlılara zarar vermeyecek özellikte olmalıdır. Uygun olmayan (kirli) sular kullanıldığında, sadece bitkiye değil, beslenme zinciri ile hayvana ve insana da zarar verebilecek, gıda güvencesi ve güvenliğini tehlikeye sokacak sonuçlar bile doğabilmektedir. Sulamayla toprağa verilen suların, fazla verildiği için bitkilerce alınamayan bir kısmı toprak yüzeyinden akarak büyüklü, küçüklü akarsulara karışabilirken, toprak içine sızan ve bitkilerce alınamayan bir kısmı da yer altı sularına karışabilmektedir. Kimyasal (sentetik) ve doğal gübreler ile bitki koruma amacıyla tohumlara uygulanan ve bu yolla toprak içine girmiş olan ve /veya bitkiler üzerine uygulanan (az da olsa, toprağa bir kısmı sızabilir) kimyasal ilaçlar; toprak yapısı, iklim özellikleri, çözünebilirlikleri ve kalıcılık özelliklerine göre, zamanla, yerüstü ve yer altı sularına taşınabilmekte ve bunları kirletmektedir.

Yerüstü sularına karışan bitki besin maddeleri (ör. fosfor) buralarda hızlı bir yosunlaşmaya neden olmaktadır. Dünyanın ekolojik dengesinin korunması ve yaşamın sürdürülebilmesinde suyun, dolayısıyla su kaynaklarının çok önemli rolü vardır. Kirletilerek kullanılır olmaktan çıkarılan her damla su, bir insanın yaşadığı yere yapabileceği en büyük zararlardandır.