Mustafa Kemal, “Hürriyet, ilan edildi, peki şimdi ne olacak?” diyordu ve haklıydı. Çünkü orduda disiplin bozulmuş, genç subaylar taşkınlıklara başlamış, İTC kontrolü kaybetmiş, ne yapacağını bilemiyordu. Üstelik İTC’de hükümet sorumluluğu almıyor, perde arkasında kalmak istiyordu.

Mustafa Kemal öteden beri İTC’yi eleştiriyordu, çünkü İTC’nin elinde devrimle ilgili bir program olmadığını daha önceleri söylemişti. Haklılığı, hemen devrimin ilk günlerinde ortaya çıkmıştı.

Mustafa Kemal eleştirilerine devam etti.

Ona göre; “ordu siyasetten çekilmeli, İTC hükümet sorumluluğunu almalıdır” diyordu.

Meşrutiyetin ilanından sonra, Enver Bey devrimin en önemli sembolü haline geldi. İTC Enver Bey’i Selanik’e davet etmiş, görkemli bir karşılama töreni düzenleyip hürriyet kahramanı olarak karşıladı. Çünkü Enver Bey İTC’nin Manastır teşkilatı kurucusu ve genel merkez yöneticiydi. Tören sırasında Talat Bey kendisine kırmızı ciltli Kanun-u Esasi kitabını verdi.

Kanun-u Esasi; bugünkü anlamı ile “anayasa” (temel kanun) olarak anlaşılır.

İlk olarak 28 Aralık 1876 yılında ilan edilen bu anayasa, Osmanlı’nın ilk ve son anayasasıdır.

Askeri darbe ile tahttan indirilen Padişah Abdülaziz, V. Murat yerine II. Abdülhamit bu anayasanın yürürlüğe konulmasına taahhüt verdiği için 31 Ağustos 1876 yılında tahtta çıkarılmış, ancak Osmanlı-Rus Savaşı yenilgisi sonrası 1878 yılında Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasıyla yürürlükten kaldırılmıştı.

Kanun-u Esasiye göre, Meclis-i Mebussan iki kanatlı bir parlamento idi. Seçimle gelen Meclis-i Mebussan üyeleri ve padişahın atadığı Meclis-i Ayan üyeleri olarak ilk meclis 19 Mart 1877 yılında açılmıştı.

Bu iki meclise Meclis-i Umumi deniyordu.

Meşrutiyet, padişahın başkanlığında, parlamento yönetimine dayanıyordu. Padişah istediği zaman meclisi açma ve kapatma yetkisi vardı.

Meclis-i Umumi Kasım ayında açılıp, Mart ayında kapanıyordu.

...

II. Meşrutiyetin ilanını takip eden günlerde Makedonya’nın şehir ve kasabalarında büyük sevinç gösterileri ile halk sokağa dökülmüştü. Bu aynı zamanda bir kargaşa ortamı da yaratmıştı. Neredeyse herkes ittihatçı olmuştu. Bunu fırsat bilen ittihatçı fedailer hafiye avına başlamış, tanınmış birçok hafiyeyi ortadan kaldırmıştı.

Hemen hemen herkes ittihatçı olunca, II. Abdülhamit de bundan etkilenerek kendisini ittihatçıların “fahri reisi” ilan etmişti ve İstanbul’da zayıf olan ittihatçılara, devletin özel konaklarından birini İTC genel merkezine tahsis etmişti. Beyaz Kule’nin bahçesini de ittihatçıların toplantılarına açmıştı.

Oysa II. Abdülhamit İTC’den hep, “Cemiyet-i Fesadiye” bahis ederdi.

Artık herkes ittihatçı idi. Gazeteciler, yazarlar, her devrin kalemşörleri hatta eski hafiyeler…

(Kaynak: Enver’in Adamları-Hakan Akpınar)

Bu sırada Mustafa Kemal, Aralık 1908 sonlarında İTC tarafından, Trablusgarp’a (Libya’ya) gönderildi. Buradaki görevi, toplumsal, siyasi ve güvenlik sorunlarını incelemek, 1908 devriminin fikirlerini orada anlatmak.