Başbakan tarihi olayları konuşmayı seviyor.

Ben de..!

Anlaştığımız tek nokta bu galiba!

Zaman zaman verdiği örnek tarihi olayların diğer yüzüne bakmadığından, zor duruma düştüğü de oluyor. Toledo örneğinde olduğu gibi.

Ülkeyi ben yönetmiyorum. Anadolu'nun küçük bir şehrinde, küçük bir gazetede, küçük bir köşe yazarıyım.

Ben yapabilirim, ama Başbakan hata yapmamalı!

***

5 Şubat'ta Mardin'de Artuklu Üniversitesi'nde düzenlenen 'Kardeşlik Buluşması'nda bir konuşma yaptı ve 10 ayaklı 'Terörle Mücadele Eylem Planı'nı açıkladı.

Seçim doğru yerdi. Kardeşliğin şehriydi Mardin.

'Mardin insanlık tarihinin hülasası bir şehirdir. Görünüşte küçüktür ama her sokağını keşfettiğinizde tüm insanlığı kuşatır. Derinliğinde bütün bir insanlık birikimini kuşatmış olarak sizi keşfeder.' dedi Başbakan.

Devamla şunları söyledi Başbakan:

'…Mardin'in birleştirici ruhunu keşfetmiştim. Bu birleştirici ruh tam hissettiğimiz ruhun ta kendisi. Mardin 7 iklim, 7 dinin, 7 kültürün yaşadığı şehirdir. Kimse kimseye bir şey dikte etmeden karşılıklı saygı içinde yaşamayı Mardin öğretti. Mardin'in çoğulculuğuna ihtiyaç hissediyoruz.'

Son noktayı koydu sözlerine, yine tarihten:

'Tarihimizde Çanakkale Savaşı'nı, Sarıkamış'ı biliriz, 'Kut'ül Amara'yı bilmeyiz. Bu savaşta Ortadoğu'nun tüm halkları Bağdat'a doğru ilerleyen sömürgeci güçlere karşı son büyük zaferi kazandılar. Araplar, Kürtler, Sünniler, Şiiler hep beraber savaştılar. Ortadoğu'nun sömürgeci ve dış güçlere karşı verdiği son savaştı. Hala izlerini taşıdığımız, yükünü omuzlarımızda hissettiğimiz Sykes-Picot anlaşması. Ya Kut ül Amara kazanacak, ya Sykes-Picot kazanacak.'

***

Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı sırasında, Çanakkale'den sonra kazandığı ikinci zaferin adıdır 'Kut'ül Amara.'

İngiltere, Çanakkale'yi kendi halkına bir 'çekilme hareketi' olarak sundu, tek yenilgi olarak 'Kut'ül Amara Savaşı'nı kabul etti.

İngilizler, Osmanlı Devleti'nin bir yerel yöneticisi olan Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali'nin desteğiyle, Osmanlı'nın yönetimindeki Ortadoğu bölgesini ele geçirip yeniden dizayn etme emelindeydi. (Bu emelden halen vazgeçmediler.)

Sakallı Nurettin Paşa'nın yenilmesi ve cephe komutanı Alman'ın ölmesiyle komutanlığa gelen, Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük amcası Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, İngilizleri Kut'ül Amara'da kuşatmış, uzun kuşatma sonunda İngilizler teslim olmuştu.

Halil Paşa, soyadı kanunundan sonra 'Kut' soyadıyla onurlandırıldı.

1952 yılına kadar askeri çevrelerde, 29 Nisan 'Kut Bayramı' olarak kutlanırdı. O yıllarda İngiltere, kendisi için utanç olarak gördüğü bu savaşın anılmasını istemediğinden, NATO'ya girerken bu bayramın kutlanmasından vazgeçirdi bizimkileri.

Ortadoğu'daki emellerinden vazgeçmeyen İngiltere, yenilgiden 17 gün sonra Fransa ile gizli 'Sykes-Picot' anlaşmasını hazırladı, Rusya'ya onaylattı, Şerif Hüseyin'e de imzalatarak Arapların Osmanlılara kafa tutmalarını, Osmanlılara karşı savaşmalarını sağladı.

Bu anlaşmada çizilen ırk, din ve mezhep ayrımına dayalı harita; daha sonra dayatılacak Sevr Antlaşması'ndaki bölüşümlerin de temelini oluşturmuştur.

***

Başbakan'ın tarih ile ilgili söylediklerine aynen katılıyorum.

Ancak insanın bildikleriyle, yaptıklarının örtüşmesi gerekmez mi?

Sykes-Picot anlaşması, İngilizleri temsilen Mark Sykes, Fransızları temsilen Francois Georges-Picot adlı sömürge uzmanlarınca hazırlandı. Şerif Hüseyin'e imzalatıldı, Rusya'nın da onayı alındı. Komünizmin ilanından sonra Lenin zamanında bu anlaşmadan vazgeçen Rusya tarafından dünyaya deklere edildi. Osmanlı topraklarının İngiliz ve Fransızlar arasında bölüşülmesini, kendilerinin güdümündeki Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in oğulları Abdullah ile Faysal'ın yönetimine bırakılarak sömürge devletçikler oluşturulmasını gerektiriyordu.

Üstelik bu bölünmeler, Osmanlı ülkelerinde yüzyıllardır bir arada hoşgörüyle yaşayan farklı ırk, dil, din ve mezhepte yaşayan insanların; bu tabanlara göre oluşturulacak yeni devletçiklerle birbirleriyle düşman olmasını öngörecek şekilde yapılmaktaydı.

Harita; ırk, din, mezhep ayrımcılığına göre düzenlenmişti.

***

Ortadoğu, yine aynı sömürgeci anlayışa uygun haritalarla bölünmeye çalışılıyor.

Öyleyse; tam yüz yıl sonra, devletimizin ileri gelen ve sorumluluğu bulunan makamlarındaki uzman diyebileceğimiz kişilerin ırk, din, dil ve mezhep ayrımını körükleyen söylemleri niye?

Nedir bu kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan insanlara duyulan öfke!

Sadece Sykes-Picot anlaşmasını bilmek bile, 'bu coğrafyada laik tutumların barış için ne kadar gerekli olduğu'nu bizlere göstermiyor mu?

Bilmek yetmiyor!

Hayatı, bildiklerinin analiz ve sentezine göre yorumlamak, olayları buna göre görmek, tavırları da buna göre geliştirmek gerekmiyor mu?