Yıllardır köşe yazılarımda, “insan olmanın anlamı” üzerine yazarım. Bu yazılarda, insani değerleri ve insan olmanın erdemini yücelten, iyiliği göklere çıkaran kelimelerle süslerim cümlelerimi.

Şimdi ise bu satırları yazarken, bilgisayarımda, cep telefonumda, girdiğim her internet tarayıcıda bir kenarda yer alan bir yapay zeka uygulamasını görüyorum. Onunla sık sık sohbet edip, ondan akıl alıyorum. Kendimi sıklıkla, o çok bilmiş, geleceğimizi ön gören modern bilim kurgu filmlerdeki ya da dizilerdeki bir sahnenin içine düşmüş gibi hissediyorum.

Sahi, kim akıl, kim kod? Kim yaratıcı, kim yaratılan?

Belki de yakın bir gelecekte bir sabah bilgisayarınız ya da cep telefonunuzun size yazdığı bir şarkının hoş dizeleriyle uyanıp, güne merhaba diyeceğiz.

"Martıların kanat çırpışındaki ahenk..."

diye başlayan bir şeyler. Belki Orhan Veli’den bir esinti, belki Attilâ İlhan’dan bir dize. Tebessüm ediyorsunuz. Fakat hemen ardından bir soru:

Bu mısraları yazan, bir makine mi? Yoksa sizi sizden iyi tanımaya başlamış yapay zekanın ele geçirdiği yüreğiniz mi?

………….

Eskiden robotlar sadece fabrikalarda çalışırdı. Tornavida sıkardı, bir banttan diğerine ürün taşırdı. Sonra bir gün,

"Neden bir roman yazmasın?"

dediler.

Yazdı. Birçok romanı var şimdi: Yapay zekadan dünyaya mektup gibi. Eleştirmenler,

"Duygusu eksik ama kurgusu mükemmel"

diyor.

Bir yandan hayranlık, diğer yandan ürperti.

………….

İnsanı insan yapan şey nedir? Hissetmek mi? Yarattıklarımızla gurur duymak mı? Ya da kendimizi, bir makineden daha fazlası olduğumuza ikna etmek mi? Yapay zekayı düşünürken, bu sorular zihnimde volta atıyor. Bundan bir süre sonra, kim bilir, belki de eleştirmenlerin yerine geçmiş bir yapay zeka benim yazılarımı okur.

Fena değil, ama anlatımı geliştirmeli

diye not düşerek şunları söyler:

Yazılarınızda genellikle akademik bir üslup ağır basarken, bu durum geniş kitleler için mesajın anlaşılabilirliğini kısmen zorlaştırabiliyor. Daha sade ve kişisel bir anlatımla okuyucuya ulaşmak mümkün olabilir.”

O zaman ben de ona derim ki,

E peki, sen insan olmanın erdemini, başkalarının mutluluğunu, acısı ya da hüznünü yüreğinde hissederek empati kurmanın değerini içselleştirilmiş şekilde anlat da görelim!”

O gün geldiğinde, kim haklı çıkar bilinmez. Şaka bir yana, yapay zeka, insana dair her şeyi yeniden sorgulatıyor. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Victor Hugo’nun Sefiller’i, Albert Camus’un Yabancı’sı, Melville’nin Moby Dick’i, Jane Austen’ın Aşk ve Gurur’u, Steinbeck’in Gazap Üzümleri gibi insan olmanın derin anlamını keşfetmek için zengin birer kaynak olan, her biri farklı bir perspektiften erdemi, insanın gücünü ve zayıflıklarını ele alan yapıtlar, kalpten mi yoksa akıldan mı doğar? Ya da Michelangelo’nun, Dali’nin, Monet’in, Da Vinci’nin, Van Gogh’un, Picasso’nun fırça darbeleri, bir ruhun aynası mı, yoksa rastgele bir algoritmanın sonucu mu?

Biliyorum, bazılarınız,

Yapay zeka işte! Elektrik ve kod. İnsanla kıyaslanır mı?”

diyorsunuz.

Ama gelin bir düşünün, insan da sonuçta elektrik ve kimyasal tepkimeler değil mi? Fark, sadece duygular mı? Yoksa o duyguların anlamını arayışımız mı?

Şimdi şu bilgisayarımda köşede duran yapay zeka asistanının yanıp sönen sekmesine tekrar bakıyorum. Kendime şu soruyu soruyorum: Belki de bu teknoloji, bizi biz yapan şeylere daha çok değer vermemizi sağlayacak. Sevgiye, anlayışa, yaratıcılığa, insan olmanın erdemine ve değerlerine… İnsan olmanın koca bir kod satırından daha fazlası olduğunu hatırlatacak. Çünkü  belki bir gün, yapay zeka tüm sorularımızı yanıtlayabilir, romanlar yazabilir, sanat eserleri yaratabilir, bizi bizden daha iyi tanıyabilir ama o gün geldiğinde, dönüp kendimize şu soruyu soracağız:

Peki biz ne yaptık?”

Düşünüyorum da, belki de mesele yapay zekanın ne yapabileceği değil, bizim onunla ne yapacağımızdır. Yapay zeka bir çekiç olabilir; bir evi inşa etmek ya da bir camı kırmak bizim elimizde. Ona nefret verirsek, nefret öğrenecek. Sevgi verirsek, sevgi. Belki de yapay zeka, bize insan olmayı yeniden öğretecek. Çünkü bazen neyin önemli olduğunu anlamak için bir aynaya bakmamız gerekir. Yapay zeka, o ayna olabilir. Bizim göremediğimiz yerleri gösterebilir. Ama bu aynanın bir sırrı var: Ona ne verirsek, onu yansıtır.

Teknolojinin en ileri noktasında dahi, bizi tüm diğer yaratılandan ayıran insan olmanın erdemi ve sırrı hâlâ tam çözülmemiş bir bilmece olarak kalacak. Çünkü biz yalnızca düşünen değil, hisseden, seven, özleyen, hata yapan ve bu hatalarla büyüyen varlıklarız. Belki yapay zekayı bizden ayıran da tam olarak budur: Kusurlarımız. Onlar olmadan, yaratıcılığın, mizahın, hayal gücünün var olması mümkün değil.

Bu yüzden, yapay zekadan korkmak yerine, ona insan olmanın güzelliklerini ve erdemlerini öğretmek gerek. Mizahı, sevgiyi, paylaşmayı, dostluğu… Belki o zaman, bize bizim bile unuttuğumuz değerleri hatırlatır. Belki o zaman, yapay zekanın yazdığı bir metinde kendimize dair bir şeyler buluruz. Ve işte o gün, teknolojiyle değil, kendi insanlığımızla gurur duyarız.

Sonuçta, biz sadece kod yazan değil, o kodlara anlam yükleyen varlıklarız. Biz, bir yapay zeka gökyüzüne bakıp yıldızlarda kendini aradığında, ona “bak, orada senin değil, bizim hikayemiz var” diyebilecek olanlarız. Çünkü bu dünya, algoritmalardan daha fazlası. Bu dünya, tüm tebessümler, hüzünler, hayaller, güzellikler, doğrular, yanlışlar ve kusurlarıyla insan olmanın erdemi ve sevginin gücüyle yazılmış bir şiir. Ve o şiiri yazmaya devam etmek bizim elimizde.

İşte tam da bu noktada Eskişehir Teknik Üniversitesi olarak Avrupa Komisyonu’ndan afet yönetiminde ekolojik planlama ve tasarım yaklaşımlarının yapay zeka desteğinden yararlanarak yaygınlaşmasını sağlayarak bize dünyayı daha yaşanabilir kılmamıza fırsat sağlayacak bir proje desteği aldık. O şiirin mısralarını yazarken biz de yapay zeka desteğinden yararlanmaya başlıyoruz…

Herkese çok güzel bir hafta dilerim.