Hepimizi derinden yaralayan ve anımsadıkça içimizi yakan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremlerinin üzerinden neredeyse iki yıl geçti.

Geçen haftaki yazımda, 6 Şubat depremleriyle daha önceki büyük depremlerde yaşadığımız acıların ve ihmal zincirinin bir kez daha yüzümüze nasıl çarpıldığını anlatmıştım. Geçen yazımda, deprem öncesi hazırlıksızlığımızdan, inşaat standartlarına uyumsuzluğumuzdan, iletişim ve koordinasyon eksikliklerinden, acil müdahale kapasitemizin yetersizliğinden ve psikososyal desteğin eksikliğinden söz etmiştim. Geçen yazımda en temel eksiklerimizi madde madde sıraladım ve dedim ki: "Doğa affetmez ama insan ders almakta geç kalır." O yazıda enkazın altından sadece bedenlerimizin değil, sorumluluklarımızın da çıkması gerektiğini vurguladım.

Ama şimdi... Şimdi artık bir adım daha ileri gitme zamanı. Eksiklerimizi konuşmayı bırakıp, artık nasıl daha iyi olabileceğimizi düşünmeliyiz. Artık mesele hataları sıralamak değil, o hataları bir daha yapmamak için adım atmaktır. Çünkü bu ülke, yıkılan binaların, çöken yolların ve kaybolan hayatların yasını tutmakla kalamaz. Bu ülke, enkazın altında kalan hayallerini yine enkazlardan doğan umutlarla yeniden inşa etmeli.

Peki, Nereden Başlamalıyız?

Afet Kültürünü Hayatımızın Bir Parçası Yapmalıyız: Deprem ülkesiyiz. Bunu yıllardır söylüyoruz. Ama sanki bu gerçekle yüzleşmek yerine ondan kaçıyoruz. Afet bilinci, sadece acil durum çantası hazırlamaktan ibaret değildir. Okullarda çocuklara, iş yerlerinde çalışanlara, evde aile bireylerine kadar herkese nasıl hazırlıklı olunacağını öğretmek zorundayız. Afet bilinci eğitimi, ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu bir ders olmalı. Tıpkı trafik eğitimi gibi. Herkes "Deprem olursa ne yaparım?", daha önemlisi “Afetlere karşı nasıl daha dirençli olunabilir ve bu afetlerden sakınmak için nasıl hazırlıklı olunabilir?” sorularına cevabı ezbere bilmeli.

Şehirleri Beton Yığınları Değil, Yaşayan Alanlar Haline Getirmeliyiz: Geçen hafta inşaat standartlarının öneminden bahsetmiştim. Ama mesele sadece sağlam binalar yapmak değil. Şehirlerimiz nefes almalı. Yeşil alanlar, toplanma alanları, geniş yollar… Bunlara bağlı doğa temelli çözümler, yeşil ve mavi altyapı sistemleri… Depreme dayanıklı yapılar kadar, insanların bir araya gelebileceği, güvenli alanlar oluşturmak da önemli. Sünger şehir kavramı artık lüks değil, zorunluluk. Su baskınlarını önlemenin, sıcak hava dalgalarının etkisini azaltmanın ve afet anında nefes alacak alanlar yaratmanın yolu budur.

Yerel Yönetimlerin Gücünü Artırmalıyız: Afet yönetimini sadece merkezi hükümete bırakmak büyük bir hata. Yerel yönetimlerin eli güçlendirilmeli. Mahalle bazlı afet yönetim planları hazırlanmalı. Her mahallede afet gönüllüleri eğitilmeli. Çünkü afet geldiğinde ilk yardıma koşacak olanlar komşularımızdır, akrabalarımızdır. Afet anında en yakın olan, en etkili olandır.

Psikososyal Destek Mekanizmalarını Güçlendirmeliyiz: Geçen hafta psikolojik desteğin yetersizliğinden bahsetmiştim. Ama bu konuda hâlâ yol alabilmiş değiliz. Afet sonrası sadece fiziksel iyileşme değil, ruhsal iyileşme de sağlanmalı. Travma yaşayan insanlar için psikolojik destek ekipleri kurulmalı. Kaybettiklerini arayan insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek sosyal destek mekanizmaları oluşturulmalı.

Afet Yönetiminde Teknolojiyi Daha Etkin Kullanmalıyız: Yapay zeka, coğrafi bilgi sistemleri (CBS), uzaktan algılama (UA), erken uyarı sistemleri... Bunlar sadece raporlarda güzel duran kelimeler olmamalı. Gerçek hayata entegre edilmeli. Deprem olmadan önce uyarı veren sistemler, bina sağlamlığını ölçen sensörler, afet anında iletişim kopukluğunu önleyecek acil haberleşme uygulamaları geliştirilmeli. Teknoloji artık hayatımızın her alanında, neden afet yönetiminde olmasın?

Peki Ya Biz? Birey Olarak Ne Yapabiliriz?

Hadi devleti, belediyeleri, kurumları bir kenara bırakalım. Biz ne yapıyoruz?

Deprem çantamız var mı?

Yaşadığımız apartmanda acil toplanma planı var mı?

Komşularımızla afet anında ne yapacağımızı konuştuk mu?

Her şeyi devletten beklemek kolay. Ama bu işte hepimizin sorumluluğu var. Biz üzerimize düşeni yapmadan, kimseyi suçlamaya hakkımız yok.

Ve şimdi, tam da burada, enkazların tozu hâlâ havadayken, yıkıntılar arasında filizlenmeye çalışan umudun sesine kulak verelim. Çünkü biz bu coğrafyanın çocuklarıyız; toprağında acıyı da, umudu da harmanlamış bir milletin evlatlarıyız. Her yıkımın ardından küllerimizden doğmayı bildik ama artık küllerimizden doğmakla yetinmemeliyiz. Artık yıkılmayan, sarsılmayan, dimdik ayakta duran bir geleceği inşa etmeliyiz. Bu sefer gerçekten farklı olmalı. Bu sefer yalnızca enkaz kaldırmamalı, zihnimizdeki ve kalbimizdeki yükleri de kaldırmalıyız. Yarım kalan cümleleri tamamlamalı, alınmayan önlemleri hayata geçirmeli ve içi boş vaatleri somut adımlarla doldurmalıyız.

Bize düşen görev, sadece beton binaları sağlamlaştırmak değil, toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, empatiyi büyütmek ve en önemlisi, "Bir daha asla" sözünü gerçek kılmaktır. Çünkü geleceğin güvenli şehirleri, sadece çelikten ve betondan yapılmaz; bilgelikten, sorumluluktan ve birlikte hareket etme iradesinden inşa edilir. Artık suçlu aramaktan vazgeçip, çözümün bir parçası olmayı seçmeliyiz. Her bireyin, her kurumun, her yöneticinin ve her vatandaşın elini taşın altına koyması gereken bir dönemdeyiz. Afetleri doğanın suçu gibi görmekten vazgeçip, önlem almadığımız her anın asıl felaket olduğunu kabul etmeliyiz.

Bu ülke, her karışıyla tarihin, kültürün ve insanlığın mirasını ve en önemlisi Kuvâ-yi Milliye ruhunu taşıyor. Bu mirası geleceğe taşıyabilmek için artık geçmişin hatalarına takılı kalmadan, cesur adımlarla ileriye bakmalıyız. Şimdi, bir olmanın, birlikte olmanın ve geleceği omuz omuza inşa etmenin zamanı. Çünkü bizden sonra gelen nesillerin "O afetleri yaşadılar ama o afetlerden bir başarı öyküsü çıkardılar" diyebilmesi için bugün elimizden gelenin fazlasını yapmak zorundayız.

Evet, bu coğrafya kader değil. Ama sorumluluklarımızı yerine getirmezsek, ihmalkârlık bizi tekrar tekrar aynı acının kucağına itecektir. Bu döngüyü kırmak bizim elimizde. Şimdi, enkazın altında kaybolmuş umutlarımızı tekrar gün yüzüne çıkarma, acılarımızdan güç alma ve daha dirençli, daha bilinçli bir Türkiye inşa etme zamanı.

Unutmayalım, bu ülke, gözyaşlarını toprakla sulayıp umuda dönüştürenlerin ülkesi. Ve biz, bu toprağa ne ekersek, gelecekte onu biçeceğiz. O halde, bugünden başlayarak dayanıklılığı, sevgiyi ve sorumluluğu ekelim ki, yarınlarımız güvenle yeşersin. Çünkü artık enkaz altında kalmak değil, ayağa kalkmak ve daha iyisini yapmak zorundayız. Şimdi değilse ne zaman? Biz değilsek kim?

Vicdanımızın Enkazını Kaldırmanın Zamanı Geldi

Geçen hafta dedim ki: "Eğer hiçbir şey yapmazsak, en büyük yıkım vicdanlarımızda olacak." Şimdi diyorum ki, vicdanımızın enkazını kaldırmanın vakti geldi. Her yeni gün, yeni bir başlangıç. Ama bu başlangıcı sadece sözle değil, eylemle yapmalıyız.

Yine bir deprem olacak, belki daha büyük. Bu kader değil, bilimsel bir gerçek. Ama bu felaketin ardından "Başka çaremiz yoktu" dememek için, bugün harekete geçmeliyiz. Çünkü unutmayın:

Bu ülke, enkaz altından mucizevi şekilde kurtarılan çocukların ülkesi!
Ve o çocukların bize en büyük emaneti, bu ülkenin geleceğidir.

Bu sefer gerçekten farklı olalım.

Bu sefer enkazın altında kalmayalım.

Bu sefer, kendi hikâyemizi umutla yazalım.

Haydi Türkiye!

Yıkılanı sadece taşla değil, inançla onaralım.

Yeni bir başlangıç için şimdi tam zamanı.

………………………………………………………..

İşte biz, Eskişehir Teknik Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü olarak tam da bunu yapmaya çalışıyoruz…

Geçmişten aldığımız derslerle enkazın altından doğan umutlardan güç alarak, ülkemizin ve dünyanın her köşesi için daha dirençli ve sürdürülebilir toplumlar yaratmaya adanmış çalışmalarla geleceği aydınlatmaya çalışıyoruz.

Geleceğe söz veriyoruz. Bu canlar bu bedenlerde oldukça biz bu uğurda özveriyle çalışmaya devam edeceğiz.

Herkese iyi haftalar diliyorum.