Bu yıla kadar Eskişehir Teknik Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü olarak ön ayak olduğumuz Türkiye’nin afet ve dirençlilik konusunda en önemli akademik ve bilimsel tartışma ortamlarından biri haline gelmiş olan Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresi, bu yıl Türkiye Belediyeler Birliği ev sahipliğinde “Sürdürülebilir Güçlü Gelecek” teması ile 16-18 Aralık tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilecek.

Bu yılki Kongre öncesi korsan bir bildiri gibi olacak belki de ama bu yazıda, afetlerin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini ve doğa temelli çözümlerle psikolojik dirençliliğin nasıl güçlendirilebileceğini ele alacağım.

Doğal afetler, bireylerin ve toplumların hayatında derin izler bırakan olaylardır. Fiziksel yıkımın ötesinde, afetler insan psikolojisi üzerinde ağır travmalara yol açar. Özellikle Kahramanmaraş depremleri gibi büyük afetlerin ardından, kayıplar, belirsizlik ve yaşamın temel dinamiklerinin değişmesi, toplumsal bir travma yaratır. Psikolojik dirençlilik, bu gibi durumlarda bireylerin ve toplumların yeniden toparlanması için kritik bir faktördür. Ancak bu, yalnızca bireysel çabalarla değil, toplumsal düzeyde uygulanacak planlama ve stratejilerle mümkündür.

Doğal afetler, insanların yaşamını bir anda alt üst eden, fiziksel yıkım kadar psikolojik tahribata da neden olan olaylardır. Depremler, seller, kasırgalar veya orman yangınları gibi afetler, insanların fiziksel güvenliğini tehdit ederken, aynı zamanda ruhsal sağlıklarını da ciddi biçimde etkiler. Bu tür olaylar sonrası bireyler yalnızca fiziksel kayıplarla değil, aynı zamanda duygusal, sosyal ve ekonomik travmalarla da mücadele etmek zorunda kalır. Doğal afetler sırasında yaşanan ani tehdit algısı, bireylerde derin bir travmatik stres yaratır. Bu durum, afet sonrasında uzun süre devam eden anksiyete bozukluklarına dönüşebilir. İnsanlar, tekrar bir afet yaşanacağı korkusuyla sürekli tetikte kalabilir ve günlük hayatlarını sürdüremeyecek kadar yoğun bir kaygı yaşayabilirler. Kahramanmaraş depremleri sonrası birçok depremzede, artçı sarsıntılar nedeniyle uyku düzenini kaybetmiş, güven duygusunu yitirmiş ve sürekli bir belirsizlik hissiyle yaşamaya başlamıştır.

Afetler sonrası bireylerin yakınlarını, evlerini veya geçim kaynaklarını kaybetmesi, yoğun bir yas sürecine neden olabilir. Kayıpların telafisi mümkün olmayan boyutlara ulaştığında, bu durum ağır depresyon vakalarına dönüşebilir. İnsanlar, sevdiklerini veya hayatlarındaki önemli dayanak noktalarını kaybetmenin getirdiği üzüntü ve umutsuzlukla başa çıkmakta zorlanabilirler. Bu duygusal yük, bireylerin sosyal ilişkilerini ve yaşam kalitesini de olumsuz etkiler.

Doğal afetlerin psikolojik etkileri çocuklar, yaşlılar ve dezavantajlı gruplar üzerinde daha derin ve uzun süreli olabilir. Çocuklar, yaşanan olayları anlamlandırmakta zorlanabilir ve güvenli bir ortam ihtiyacı daha belirgin hale gelebilir. Çocuklarda görülen travma belirtileri arasında uyku bozuklukları, sürekli korku hali, sosyal çekilme ve okul başarısında düşüş gibi semptomlar yer alabilir. Benzer şekilde, yaşlı bireyler, fiziksel ve duygusal olarak daha kırılgan olduklarından, afet sonrası psikolojik etkilerden daha fazla etkilenebilirler.

Doğal afetlerin bir diğer yaygın psikolojik sonucu, travma sonrası stres bozukluğudur (TSSB). Bu durum, bireylerin yaşadıkları travmatik olayı zihinsel olarak sürekli tekrar yaşaması, olayı hatırlatan herhangi bir uyaran karşısında yoğun korku ve stres hissetmesiyle karakterizedir. Örneğin, deprem sırasında enkaz altında kalan veya sevdiklerini kaybeden kişiler, bu travmayı zihinsel olarak sürekli yeniden yaşayıp günlük yaşamlarını sürdürmekte zorlanabilirler. Bu durum, uzun vadede tedavi gerektiren bir psikolojik rahatsızlık haline gelebilir. Doğal afetler, bireylerin ekonomik yaşamlarını da doğrudan etkiler. Ekonomik belirsizlikler, uzun vadede psikolojik stres seviyelerini artırarak bireylerin günlük yaşamlarını sürdürmelerini zorlaştırabilir. Doğal afetler sonrası insanlar, yalnızlık ve güvensizlik duygularıyla baş başa kalabilirler. Bu tür duygusal kopukluklar, toplumsal dayanışmanın zayıflamasına yol açabilir ve afet sonrası toparlanma süreçlerini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle afetler yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de geniş çaplı psikolojik etkiler yaratır. Toplum, afetin ardından dayanışma ve ortak iyileşme süreçlerini başlatamazsa, sosyal bağlar zayıflayabilir ve bölgesel uyum bozulabilir. Özellikle afetin uzun vadeli etkileri göz önüne alındığında, toplulukların kendilerini yeniden toparlaması daha karmaşık hale gelebilir. Güvensizlik hissi, afet bölgelerinde yaşayan insanların sürekli göç etme eğiliminde olmasına neden olabilir ve bu da toplumsal yapının zedelenmesine yol açar. Bu nedenle, afet sonrası süreçlerde sadece fiziksel altyapının yeniden inşası değil, aynı zamanda psikolojik iyileşme ve her yönüyle dirençlilik süreçlerine de öncelik verilmesi gereklidir. Afetlerin uzun vadeli etkilerini en aza indirmek ve bireylerin hayata yeniden uyum sağlamasını sağlamak için, bütüncül bir yaklaşım benimsemek şarttır.

Doğa temelli çözümler, ekosistem hizmetlerinden faydalanarak hem fiziksel hem de psikolojik dirençliliği artırmayı hedefler. Afet sonrası iyileşme süreçlerinde doğanın iyileştirici gücünden yararlanmak, bireylerin ve toplumların travma ile başa çıkma becerilerini güçlendirebilir. Yeşil alanlar, parklar, ağaçlandırma çalışmaları ve doğal su yollarının korunması gibi çözümler hem bireylerin ruhsal sağlığını destekler hem de toplumsal dirençliliği artırır. Araştırmalar, doğada vakit geçirmenin stres seviyelerini azalttığını, depresyon belirtilerini hafiflettiğini ve genel psikolojik sağlığı iyileştirdiğini göstermektedir. Afet bölgelerinde oluşturulacak yeşil alanlar, depremzedelerin psikolojik olarak daha hızlı toparlanmasını sağlayabilir. Toprakla çalışmak, ağaç dikmek veya bir topluluk bahçesi oluşturmak gibi faaliyetler, bireylerin bir amaç duygusu hissetmesine yardımcı olur ve sosyal bağları güçlendirir, insanların ortak bir amaç için bir araya gelmesini sağlar. Bu tür katılımcı çözümler, bireylerin yalnızlık ve çaresizlik duygularını azaltırken, aynı zamanda bir topluluğun parçası olduklarını hissetmelerine yardımcı olur. Bu nedenle afet sonrası yeniden yapılanma süreçlerinde yeşil alanların öncelikli olarak planlanması, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik iyileşme açısından da kritik bir öneme sahiptir. Parklar ve doğal alanlar, insanların stresle başa çıkmasına yardımcı olurken, toplumsal bağların güçlenmesi için de birer buluşma noktası oluşturur. Örneğin, 1995 Kobe depreminden sonra Japonya'da yapılan çalışmalar, yeşil alanların afet sonrası toparlanmayı hızlandırdığını göstermiştir. Depremzedeler, bu alanlarda hem fiziksel hem de ruhsal olarak yeniden güçlenme fırsatı bulmuştur. Yine Japonya’da uygulanan "orman terapisi" yöntemi, doğanın sakinleştirici etkisinin insan psikolojisi üzerindeki pozitif etkilerini ortaya koymaktadır. Türkiye’de de afet sonrası yeşil altyapı projelerinin uygulanması, bireylerin travma ile başa çıkmasına yardımcı olabilir. Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen 11 ilde, yeşil koridorlar ve topluluk parklarının oluşturulması, halkın psikolojik dirençliliği artırabilir. Aynı zamanda bu alanlar, iklim değişikliğinin etkilerini azaltan ve bölgenin ekosistemini iyileştiren çözümler olarak da işlev görecektir.

Doğal afetlerin ardından bireylerin ve toplumların psikolojik dirençliliğini inşa etmek gibi  kapsamlı ve zor bir süreçte doğa temelli çözümler, travmanın etkilerini hafifletmek ve insanların yeniden yaşamlarına odaklanmasını sağlamak için güçlü bir araçtır. Toplumun her kesiminin, özellikle yerel yönetimlerin, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının bu süreçte aktif bir rol alması gerekir. Afet sonrası doğa temelli projelerin uygulanmasında toplumun katılımını sağlamak, hem bu projelere sahiplenmeyi artırır hem de toplumsal bağların güçlenmesine olanak tanır. Yeniden yapılanma süreçlerinde yeşil altyapı sistemleri gibi doğa temelli yaklaşımlara öncelik verilmesi, yalnızca bugünün sorunlarına değil, gelecekte karşılaşılabilecek krizlere de dirençli bir toplum yaratmanın temel taşıdır. Doğanın gücünü, mühendislik, planlama ve tasarım ile bireylerin, toplumların ve yerleşimlerin dirençliliğini artırmak için kullanan doğa temelli yaklaşımlar yardımıyla, travmanın ötesine geçen bir psikolojik ve kentsel iyileşme süreci mümkün kılınabilir. Çünkü insanın doğayla kurduğu bağ, iyileşmenin ve yeniden başlamanın en güçlü araçlarından biridir.

Şimdi, geleceği daha dirençli ve daha umut dolu bir şekilde inşa etmek için doğayı yeniden kucaklama zamanı. Herkese çok güzel bir hafta diliyorum.