Yazı yazmak hakikaten zordur.
Her şeyden önce yeterli bir birikime…
Deneyime…
Parlak, sıra dışı, yaratıcı bir zekaya…
Bir bakış açısına…
Yaşama dair bir felsefeye sahip olman gerekir…
Bunun için de okumak…
Yazdığının yüz katı okumak…
Gece, gündüz…
Hiç durmadan…
Dikkatini dağıtmadan…
Kendini dünyadan çekip alarak…
Başka heveslere kapılmadan…
İnternet, sosyal medya bataklığına saplanmadan…
Ölümsüz yazarların yazdıklarının esrarını mum ışığında okudukları binlerce sayfadan aldıklarını hiç unutmadan…
Şeyh Galip,
'Esrarını Mesnevi'den aldım' demişti, Hüsn-ü Aşk için
Kendini sorgulamadan,
'Ne olacak ki okuyunca,' demeden.
'Kitap okuyan mı kaldı?' diye düşünmeden.
'Okuyanla okumayanın ne farkı var?' düşüncesini aklına hiç getirmeden…
Yılmadan…
Vazgeçmeden…
Aklını peynir ekmekle yemiş gibi okuman gerekir.
***
Sonra yazım kurallarını, noktalama işaretlerini; yazı yazdığın dilin kurallarını, hatta kökenini, nereden gelip nereye gittiğini, hangi evrelerden geçtiğini iyi bilmen gerekir.
Ek ile bağlacı ayırt edemiyorsan…
Bağlaç olan 'de'yi, 'da'yı ek zannedip…
Ya da hiçbir şey zannetmeyip…
Yani o kadar her şeyden bihaber bir halde kendinden önceki kelimeye bitişik yazıyorsan…
Ek olan 'ki'den, bağlaç olan 'ki'den haberin yoksa…
Bitişik yazılması gereken kelimeyi ayrı, ayrı yazılması gereken kelimeyi bitişik yazıyorsan…
Bir kelimenin doğru yazılışından, ne anlama geldiğinden haberin yoksa…
Yazdığın cümlenin başı ayrı şey, sonu ayrı şey söylüyorsa…
Yazdığını sen bile anlayamıyorsan…
Olmaz!
***
Asıl zor olansa…
Bunlar değil.
Hepsi tamam!
Ama işte…
Bizimki gibi ülkelerde kafanı kurcalayan o kadar çok şey olur ki gün içinde…
Canını sıkan o kadar çok şey!
Yazı yazmak…
Sadece yazı yazmak değil, hiçbir şey yapmak gelmez içinden.
Beyninden vurulmuş gibi olursun kimi zaman. Yer demir gök bakırdır Yaşar Kemal'in romanında olduğu gibi. Bir çıkış yolu ararsın, bulamadıkça içinde alev alev bir ateş yanar.
Kimsenin fark etmediği bir ateş!
Ama öyle kuvvetlidir ki bu ateş!
İçin, beynin yanıp kavrulur!
Böyle anlarda yazı yazmak değil…
Sadece bağırmak istersin.
Karanlığa...
Boşluğa bağırmak…
Sessiz bir çığlık…
Seni boğan…
Seni nefessiz bırakan bir çığlık!
Senin kulaklarını patlatırken…
İçini parçalarken kimsenin duymadığı…
İçinde parçalanan sessiz bir çığlık!
İşte böyle anlarda; karanlık, korkunç bir boşlukta sallanırken sürekli gidip gelirsin, yazı yazmaya devam etmekle etmemek arasında.
Bu ise nefes alıp vermeye devam etmekle etmemek arasında…
Yani yaşamaya devam etmekle etmemek arasında gidip gelmektir.