Son günlerde gündemi meşgul eden konular arasında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) alacaklarının peşine düşmesi yer alıyor.

SGK, elbette alacaklarını tahsil etmeli ve devletin “sosyal” kimliğinden hareketle politikalar uygulamalı. Ancak tartışma konusunun, ne sosyal güvenlik rejimiyle ne de yurttaşlar arasındaki dayanışmayla ilgisi var. Tartışmaların odağındaki tek konu, SGK’nın alacaklarını tahsil etmek için bir başka kamu kurumu olan belediyelere karşı harekete geçmesi…

            Her şeyden önce belirtmek gerekir ki sosyal güvenliği sağlamakla yükümlü olan kurumun siyasi amaçlara alet edilmesi, başta ücret geliriyle yaşamını sürdüren kesim olmak üzere yurttaşların neredeyse tamamı tarafından kabul edilemez bir olaydır. Devlet, Anayasa’da kendisine verilen bir görevi SGK vasıtasıyla yerine getiriyor. Bu görev, herkesin sahip olduğu sosyal güvenlik hakkına erişimin sağlanmasıdır.

            Ancak ne yazık ki sosyal güvenlik sistemi Türkiye’de popülizmin ve siyasi amaçların merkezinde yer edinmiştir. Bugün yaşanan emeklilikte yaş, prim ve aylık bağlama sorunlarının temelinde bu olumsuzluklar yer alıyor.

Kurumun finansal sürdürülebilirliğini hesaplamadan (ya da hesaplansa dahi yapılan hesaplamaya uyulmadan) hayata geçirilen plansız uygulamalar, önce emeklilik yaşı konusunda bir adaletsizliği beraberinde getirdi. Geçtiğimiz yıl yapılan genel seçimlerde yine siyasi çıkarlar uğruna söz konusu adaletsizlik daha da derinleştirildi. Aynı yaşta ve aynı deneyime sahip iki kişi arasında emeklilik yaşı açısından 18 yıl fark olması da bunu açık bir şekilde gösteriyor.

            Diğer bir sorun ise aylık bağlama oranı! Emekli aylıklarının hesaplanmasında kullanılan aylık bağlama oranı o denli düştü ki maalesef çalışanlar emeklilik hayali kurmak bir yana daha uzun süre çalışmanın hesabını yapar durumdalar. Ortalama bir daire kirasını dahi karşılamayacak düzeyde olan emekli aylıkları, yaşlı yoksulluğunu tetiklemeye devam ediyor.

            Sağlık hizmetlerinden yararlanmada yaşanan sorunlar, SGK tarafından sağlanan işgöremezlik geliri gibi edimlerin yetersizliği diğer sorunlar arasında yer alıyor. Bu sorunlar, önemli bir makale konusu teşkil edecek düzeyde. Ancak burada gündemle bağlantılı olarak vurgulanması gereken husus, SGK’nın alacak tahsili aracılığıyla siyasileşmesi

            Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, belediyelerin ve belediye iktisadi işletmelerinin prim borcunun yaklaşık 96 milyar TL olduğunu açıkladı. Ancak özel sektörün borçlarına ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı. Diğer taraftan aynı SGK’nın, son 4 yıl içinde özel sektöre teşvik adı altında 1.3 trilyon TL kaynak aktardığını da kamuoyuyla paylaşmadı.

            Her şeye rağmen bakanlığın kendi içinde tutarlı bir yönü olduğunu da belirtmek gerek. Zira geçtiğimiz haftalarda köşe yazısında belirttiğim gibi bakanlık, özel sektördeki çalışma koşullarını denetleme vazifesini de tasarruf tedbirleri kisvesi altında bir kenara bırakmıştı. Dolayısıyla özel sektöre doğrudan ve dolaylı olarak birçok bakımdan kaynak aktarılmaya devam ediyor. Ancak aynı bakanlık, 31 Mart 2024 seçim sonuçlarından kaynaklı olsa gerek belediyelerin yakasından düşmüyor.

            Bakanlık, sosyal güvenlik mekanizmasını siyasi amaçlarına alet etmekten vazgeçmeli ve yurttaşların tamamının güvenini kazanacak yollara başvurmalıdır. Belediyelerin borçlarının hazine tarafından üstlenilmesi gibi formüller üzerinde durmalıdır. Diğer taraftan SGK, iflas etme riskiyle karşı karşıyaysa öncelikle özel sektöre verilen teşviklerden vazgeçilmeli ve işverenlerin ödemesi gereken prim borçları tahsil edilmelidir.