Sosyal devlet, mevcut ekonomik düzen içerisinde sınıfsal farklılıklardan kaynaklı olarak kendisini gösteren olumsuz yaşam koşullarının en aza indirilmesini amaçlayan devlet olarak ifade edilebilir. Sosyal devlet ilkesini benimseyen bir devlet, elindeki tüm araçları seferber ederek piyasanın sınırsız hegemonyasını sınırlar.

Devlete 'sosyal' niteliğini kazandıran olgu, üretim sürecinde dezavantajlı olarak yer alanları, gelir getirici işlerde emek gücünü satmaktan başka çaresi olmayanları koruyup kollamasıdır. Sosyal koruma olarak ifade edilen bu mekanizmadaki temel araçlar; iş ve sosyal güvenlik mevzuatı, sosyal yardım sistemi ve bütünlüklü olarak sosyal politikalardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Anayasa'nın Cumhuriyetin niteliklerinin belirtildiği 2'nci maddesinde 'sosyal bir hukuk devleti' olarak tanımlanmıştır. Toplumu bir arada tutan en temel belge olan Anayasa'daki bu hüküm, ülke sınırlarında karşı karşıya kalınan ekonomik ve sosyal sorunlarda akla gelmelidir. Günümüzde yaşanan barınma krizi, açlık, çocuk yoksulluğu, salgın hastalıklar, doğal afetler vs. her koşulda akla ilk gelmesi gereken koruma mekanizması sosyal devlet olmalıdır. Ancak birçok etkenden dolayı, sosyal devlet bir koruma aracı olarak akla oldukça geç geliyor.
Bunun en temel nedenlerinden birisi Türkiye'nin toplumsal yapısıyla ilgili. Yurttaş statüsüyle ve hak temelli olarak devletten beklentide ol(a)mamak, tarih boyunca varlığını koruyan bir sorun. Devlete yüklenen 'baba figürü', ondan hak temelli olarak talepte bulunmamayı beraberinde getiriyor. Devletin Anayasa'da kendisine yüklediği 'sosyal devlet' rolü gereği yapmak zorunda olduğu sosyal yardımlara ve uygulanan sosyal politikalara 'pederşahi' uygulamalar şeklindeki yaklaşımlar oldukça yaygın. Oysa tüm bunlar, sadece devlete bağlı vatandaş olarak yararlanılması gereken sosyal haklar değil midir?
Diğer temel etmenlerden birisi de devletin sosyal yardımları ve sosyal politika uygulamalarını topluma sunuş biçimiyle ilgili. Kayırmacı (klientalist) ilişkilerin gölgesinde şekillenen sosyal yardım sistemi, siyasi iktidarın devamlılığını sağlama amacına hizmet ederken; diğer taraftan da kendisine muhtaç kitlelerin varlığıyla karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi söz konusu… Sonuç olarak da sosyal yardım sisteminde icracı olarak rol üstlenenler gücü elinde tutmaya devam ederken, ülke çapındaki yaklaşık 4 buçuk milyon kişi derin bir yoksulluk içinde yaşamını sürdürüyor…
Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç'ın 2 Kasım 2023 sabahı Fox TV'de katıldığı 'İlker Karagöz'le Çalar Saat' Programı'nda dile getirdiği 'bir ülkede 4,4 milyon kişi sosyal yardım alıyor. Bundan övgüyle söz ediyorlar ama bu sevinilecek bir şey değil, af edersiniz bir ülke için utanılacak bir durumdur. Bu kadar insan çaresiz, devletin eline bakıyor demektir' sözleri de bu açıdan oldukça önemli ve isabetli bir tespit. Gerçekten de Türkiye'de sosyal yardım alan devasa sayıda kişi bulunması, sosyal yardımların hak temelli bir sosyal devlet stratejisi olmadığını, aksine yoksulluğun kronik bir sorun haline geldiğini itiraf etmekten başka bir şey değil!
Sosyal devlet, sosyal yardım uygulamalarıyla sınırlı kalmayan, aksine yurttaşların korunmasında son çare olarak sosyal yardımları ele alan devlet biçimidir. Ülkede tam istihdam politikasını hayata geçirmek, gelir dağılımı adaletini sağlamaya dönük vergi ve sosyal güvenlik mekanizmasının arayışında olmak, örgütlenme özgürlüğünü ve toplu pazarlık hakkını korumayı temel ilke edinmek ve sair uygulamalar sosyal devletin temel prensipleridir. Dahası sosyal devlet, güçsüzlerin korunmasını bireysel inisiyatiflere bırakmamayı temel alır.
O halde memleket meseleleriyle ilgilenen herhangi bir kişinin zihnini meşgul eden en temel sorunun 'sosyal devlet nerede' olması kadar doğal bir şey var mıdır?