Geçtiğimiz hafta 8 Marta yönelik bir yazı mı yazsam diye düşünürken, Schopenhauer’ın kadınlara yönelik felsefi düşüncelerini içeren makale aklıma geldi.
Aşkın Metafiziği kitabından birkaç alıntıyla mı başlasam derken konuyu tamamen saptırıp 8 Mart konusunu başka bir zamana bıraktım ve aşk üzerine olan bölüm hakkında bir şeyler yazmak daha ilginç geldi: )
Bu arada Schopenhauer ‘un “İnsan Doğası Üzerine” isimli kitabına yönelik bir inceleme yazısı da yazmıştım bir zamanlar :)
Bu da ikinci bir kitap inceleme yazısı olsun :)
Kitabın ilk bölümünde kadınlar hakkında görüşler sunan filozof, kadınların entelektüel kapasitesinin erkeklerden daha düşük olduğu, felsefi derinlikten uzak, daha çok gündelik yaşam ve duygusal deneyimlere dayalı bir bakış açısına sahip olduklarını öne sürüyor. Kadınların hem zihinsel hem de bedensel yönden büyük işler için yaratılmadıklarını iddia ediyor. Erkeklere göre soyut düşünme ve felsefi düşünceler geliştirme konusunda yetersizliği, kadınların genellikle duygusal, yüzeysel ve gerçeklikten uzak düşüncelerle hareket ettiklerinden falan bahsediyor. Bu bölümde, Schopenhauer kadınları fazlasıyla eleştiren, onların tutumlarını sorgulayan ve hatta bunu yaparken düşünürlerden ve şairlerden alıntılar yaparak kendi fikirlerini destekler kanıtlar sunuyor :)
31 sayfalık ilk bölümü birkaç kez okuyup, okurken de biraz sinir bozucu olduğu için bu bölümü es geçtim : )
Gelelim kitabın ikinci bölümüne : )
Schopenhauer bu bölümde “akıllı ve eğitimli bir kadının bir erkekteki zekâ ve anlayış gücüne saygı duyması ya da bir erkeğin derinlemesine düşünüp taşındıktan sonra evleneceği kadının kişiliğini ölçüp tartması ve ona ilişkin bir karar vermesi bu eserdeki ana temayı oluşturmaz” diyor. Bu tür konular mantık evliliği de denen akla dayalı bir seçimi etkiler, ancak tutkulu aşka söz geçiremezler diyor.
Schopenhaore’un inceleme konusu yaptığı aşk, birçoğumuz tarafından gerçek aşk diye bilinen şeydir. Bazen sebebini bile anlamadığımız, irademizi alt üst eden, yaşamımızı değiştiren, bazen de ilk görüşte bizi ele geçiren duygular Schopenhauer’un metafiziğini incelediği aşktır. Mantığın aranmadığı ve tutkulu duyguların ön planda olduğu aşk, Schopenhauer’un ortaya attığı tezinin temelini oluşturur. Ona göre aşkın kaynağı cinsel iç-güdüdür. Erkek veya kadın karşı cinse yönelirken kendi içsel güdüsünü ön planda tutar. Kendi zevkini arttırma düşüncesi ile güzellik, boy, kilo yaş gibi kriterlere göre seçimler yapar. Bu seçimleri mantıktan ziyade içgüdülere göre yapıyoruz diyor. Cinsel içgüdümüz, insan türünün en iyi şekilde devamını hedefler ve bizi de bu doğrultuda yönlendirir.
İnsan, irade sahibi bir varlık olduğu için basit bir içgüdünün etkisinden kurtulabileceği düşünülse de cinsel içgüdü bu iradeyi etkilemek için gerçeği bir yanılsama olarak gösterir. Bu içgüdümüzün öncelikli amacı insan türünün devamdır.
Üreme içgüdüsünün aşk-ın temeli olduğu iddiasını doğrulamak için Schopenhauer şöyle diyor: “Aşık olan bir erkek doğası gereği bu aşkına uzun süre bağlı kalmaz. Bana karşılık bir kadın aşkına bağlı kalma eğilimindedir. Bir erkeğin aşkı tatminine eriştikten sonra hissedilir derecede azalır; neredeyse her kadın onu sahip olduğu kadından daha fazla cezbeder. Hâlbuki bir kadının aşkı karşılık gördüğü anda artar; bunun sebebi doğanın yani içgüdünün türün korunmasını ve olabildiğince fazla çoğalmasını hedeflemesidir. Bu yüzden bir erkek her zaman başka kadınları arzularken bir kadın her zaman tek erkeğe bağlı kalır. Doğa kadının içgüdüsel olarak ve farkında olmadan doğacak çocuğunu koruyup kollayacak bakımına zorlar. Bu nedenle evliliğe sadakat kadın için doğal bir durumken, erkek için yapay bir durumdur”
Cinsel içgüdü insan türünün olabilecek en iyi şekilde devamını sağlamak için bizi yönlendirir. Doğacak yeni insanın güzelliği ve sağlığı, cinsel içgüdünün en temel hedeflerindendir. Bu nedenle cinsel içgüdü erkeği ve kadını belli arayışlara iter. Schopenhauer, insanların aşık olurken farkında olmadan fiziksel uyum, sağlıklı genler, karakter uyumu gibi özellikler açısından denge sağlayan kişilere ilgi duyarız diyor. Genetik olarak en uygun partneri seçmeye yönlendiğimizi ifade ediyor. Aslında aşk bir yanılsamadır ona göre : )
Aşkın temelinde, ideal çocukların doğmasını sağlayacak dengeyi kurmak vardır. İnsanlar, aşkı romantik ve yüce bir duygu sanır, ancak gerçekte, doğanın onları en iyi genetik eşleşmeyi yapmaya zorlamasından başka bir şey değildir : )
Yine Schopenhauer “insanlar aşkın kendilerini mutlu edeceğini düşünür, fakat aşk tutkulu bir arzu, geçici bir istek ve sonunda mutsuzluk getiren bir döngüdür”diyor.
Schopenhauer, aşkın ve ilişkilerin çoğunlukla mutsuzluk getirdiğini savunur: Aşkın yoğunluğu genellikle tutkunun doruk noktasında azalır ve gerçeklik kendini gösterir. Bu nedenle Schopenhauer, aşkın aslında acı ve hayal kırıklığına yol açtığını savunuyor.
Ona göre kadın ve erkek aşkı farklı yaşar. Erkekler içgüdüsel olarak çok sayıda kadınla birlikte olmayı arzular, çünkü bu onların genlerini daha fazla yayma içgüdüsü ile ilgilidir.
Kadın ise güçlü, koruyucu ve sadık bir eş arar çünkü bu onların çocuklarını daha güvenli bir şekilde büyütmesini garanti eder.
Bu biyolojik farklar, aşk ilişkilerinde anlaşmazlıkların temelini oluşturur.
Kadınlar ve erkekler farklı beklentilerle ilişkilere girer. Kadınlar güvenlik ve koruma ararken, erkekler genetik yayılmaya odaklanır.
Evlilik, doğanın biyolojik planına hizmet eder ama bireyleri mutlu etmez. Bu yüzden birçok evlilik zamanla aşkı kaybeder.
Birey, seçimlerini bilinçli olarak yapmaz; tüm süreç doğanın yönlendirdiği bir aldatmacadır.
Yine Schopenhauer kitapta erkeğin ve kadının karşı cins seçimini etkileyen insanın güzelliği, sağlığı gibi hususları maddi nitelikler olarak sayarken irade, cesaret, iyilik gibi değerleri manevi nitelik olarak belirtmiştir. Erkeğin karşı cins seçiminde eğilimini belirleyen yaş, yani kadının yaşının üremeye uygun olması, sağlıklı olması, kemiklerin yapısı ve genetik olarak sağlıklı genlerin aktarımı gibi bilinçaltı tercihlerinin olduğundan söz ediyor. Erkek güzel bedene sahip bir kadına aşık olurken kendi zevkinin peşinde koşuyor gibi görünse de aslında cinsel içgüdünün esiri altındadır diyor. Onun tespitine göre doğacak çocuğa yüz güzelliğini veren anne olduğu için erkeğin yüz güzelliğine çok daha fazla önem verdiğini belirtiyor. Erkeğin cinsel içgüdüsü kadının kişilik özelliklerinin etkisi altında kalmaz. Daha çok kadının fiziki görünüşünün etkisi altında kalır. Kadındaki fiziki özellikler erkekte o kadar güçlü bir uyarandır ki temel bütün zihinsel ve zekâ özelliklerini göz ardı eder- diyor : )
Kadınlar için ise, üreme gücü ve üreme yetisini kazanan erkekler birinci öncelik oluyor. Kadının seçimini yaparken erkeğin güzelliğine pek dikkat etmeyip öncelikle üreme yetisini hedefliyor. Çünkü kadına göre doğacak çocuğa güzelliğini verme işi kendisine aittir. Erkekteki fiziksel kusuru telafi edebileceğini düşünerek önemsemez. Erkeğin yüzünün nispeten çirkin olması kadının seçimini olumsuz yönde etkilemez. Kadının cinsel içgüdüsü, doğacak çocuğuna bir annenin veremeyeceği özellikleri kazandırabilecek bir erkek üzerine seçim yaptırır. Kas gücü, cesaret, düzgün vücut, kemik yapısı omuz genişliği, güçlü duruş..vs özelliklere yönelir. Güçlü ve cesaretli bir baba öncelikli çekimdir. Kadının cinsel içgüdüsü onu ayrıca bir erkeğin ruhsal ve karakteristik özelliğine göre seçim yaptırır. Erkeğin irade sağlamlığı, kararlılık, cesaret, dürüstlük ve iyi kalplilik gibi manevi nitelikleri kadını büyüler. Erkeğin zihni nitelikleri kadını etkilemez. Kadına göre, zihni ve fikri nitelikler babadan geçmez anneden geçer.
Zaman zaman sapmalar olsa da kişinin kusurunu giderebilecek yönelimlerinin daha yoğun olmasına dikkat çekiyor. Herkes kendinde gördüğü kusur ve aksaklıkları bilinçsizce de olsa düzeltmeyi hedefler diyor. Yani cinsel içgüdü eksiklikleri kapatmaya dönük seçimler yaptırır. Kişideki kusurları karşıdaki kişide kapatma durumu ne kadar çoksa çekim de o ölçüde büyük olur diyor. Dolayısıyla aşkın büyüklüğünün de buna göre oluştuğunu iddia ediyor. Zıtlıkların çekimi de buradan geliyor.
Schopenhauer ilişkiler ve evlilikler konusunda iki bireyin çıkarlarından ziyade genel olarak insan türünün çıkarlarına hizmet ettiğini öne sürüyor. Birbirlerine âşık olarak evlenen iki birey cinsel içgüdünün etkisi altındadır ve cinsel içgüdü iki bireyi bir araya getirip türün en iyi şekilde devam etmesini sağlamayı amaçlar. Tutkulu aşk dediğimiz şey, aslında çocukların daha güçlü ve sağlıklı doğması için çalışan doğanın bir aldatmacasıdır.
**
Günümüz kadın erkek ilişkilerini düşündüğümüzde de hala bu biyolojik temelin farklı bir bakış açısı sunduğunu görüyoruz :)
Aşkın sadece biyolojik veya psikolojik bir durum olmadığını, aslında varoluşsal, ruhsal ve felsefi bir boyutu olduğunu öne sürüyor. Bireysel bir his olarak değil, türün devamını sağlamaya yönelik içgüdüsel bir yönelim olarak ele alıyor. Ona göre, aşk insanın kişisel mutluluğundan bağımsız olarak, romantik veya duygusal bir kavramdan ziyade, neslin devamını ve genetik uygunluğu gözeten bilinçdışı bir kuvvettir :)
Doğruluğu felsefi bir tartışma konusu :)
Özetle;
Schopenhauer İnsanlar, aşkın kendilerini tamamlayacağını düşünerek birini severler ama aslında doğa tarafından kandırılmaktadırlar. Birçok insan, büyük bir tutkuyla bağlandığı kişiden zamanla soğur veya mutlu bir ilişki kuramaz. Çünkü doğanın amacı bireysel mutluluk değil, neslin devamıdır. Ancak bu fark edildiğinde, insan kendini bu oyundan kurtarabilir ve daha yüksek bir bilinç seviyesinde partner seçimine yönelebilir. Aşkın bir yanılgı, bir yanılsama olduğunu kabul eden Schopenhauer, insanları aşkın acılarından ve hayal kırıklıklarından kurtulmaya çağırıyor. Gerçek mutluluk, arzuların ve biyolojik içgüdülerin ötesine geçmekte ve daha derin bir içsel huzurda bulunur diyor : )
Schopenhauer, hayatın nihai bir anlamı olmadığını ve varoluşun temelinde bir boşuna-lık bulunduğunu savunuyor. Bu nedenle, hayatın anlamsızlığına karşı bir farkındalık geliştirmek ve bu durumu kabullenmek, Schopenhauer'in felsefesinde önemli bir yer tutar.
Schopenhauer’in bu görüşleri, modern toplumda çoğu insanın romantik ve duygusal beklentilerine ters düşebilir. Ancak onun düşünceleri, aşkın derin felsefi ve psikolojik boyutlarını anlamamıza yardımcı olabilir. Aşk, her zaman mutluluğa ve içsel huzura giden bir yol olmayabilir, ama onun evrimsel ve biyolojik bir gereklilik olduğunu kabul etmek, insan ilişkilerine dair farklı bir bakış açısı kazandırabilir :)
Sevgiler…
Nermin ELMAS