Türkiye’de son zamanlarda çeşitli boyutlarda ve düzeylerde öfke patlamaları yaşanıyor.
Ancak bu öfke, yalnızca bireysel patlamalarla sınırlı değil; kitleler hâlinde yayılan öfke patlamalarına şahit oluyoruz.
Eskişehir’de Harb-İş üyesi işçilerin ek zam talebiyle Ankara’ya doğru gerçekleştirdiği yürüyüş, toplu öfke patlamalarını gösteren örnekler arasında hatırı sayılır bir yere sahip. Harb-İş’in Eskişehir ve İstanbul şubelerine bağlı işyerlerinde çalışan işçiler, ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek için Ankara’ya doğru yürüyüş başlattılar. Ankara yürüyüşü, işçi eylemleri arasında oldukça sembolik bir anlama sahip. Nitekim 1991 yılında Zonguldak’taki madenciler tarafından başlatılan yürüyüş de bunun en üst örneklerden birisi.
Eskişehir’deki savunma sanayi işçileri, Türk-İş ve Hak-İş’in hükümetle yaptığı ek protokolde “ek zam” talebinin karşılanmamasından oldukça rahatsız… Öyle ki İstanbul Şubesi ile birlikte Eskişehir Şubesi de Ankara yürüyüşünde ısrarcıydı. Ancak işçilerin yürüyüşü kolluk güçleri tarafından engellendi.
Diğer taraftan sendikanın genel başkanı, Eskişehir ve İstanbul Şube Başkanlarını “sabotajcılıkla” suçladı. İçinde bulunduğumuz ortamda “işçiyi sokağa indirmenin” bir “karanlık odak talimatı” olduğunu iddia etti. Bu iddialar, Türkiye işçi sınıfı tarihinde ilk defa kullanılmıyor. Bu yaklaşım, komünizmi tel’in mitinglerindeki ithamlara fazlasıyla benziyor. Sabotajcılık, terörizm ve benzeri söylemler, uzun yıllardır anti-komünizm propagandasının aracı olarak kullanılıyor. Öte yandan “karanlık odak” sözcüğü de eskiden beri kullanılmakla birlikte son yıllarda oldukça popüler bir nitelik kazandı.
Ancak Eskişehir’deki işçilerde bu söylemin karşılık bulmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim işçiler, Şube Başkanı Hasan Atak’ın sonuna kadar yanında olduklarını ve kendilerine veya şube başkanlarına atılan iftiralara aldanmadıklarını açık bir biçimde ifade ediyorlar. Genel başkanın talihsiz açıklamalarının ardından iş çıkışında “işte başkan, işte sendika” sloganlarıyla şube başkanlarına mesaj vermeleri de bunu gösteren etkenlerden birisi.
Tüm bunların dışında Eskişehir’deki Harb-İş üyesi işçilerin motivasyonunun yüksek olmasının arkasında, farklı bir nokta daha olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu işçiler, genel başkan Soydan’ın ifade ettiği gibi “sokağa indirilmeyi” bekleyen bir kitle değil. Zaten sokağın içinde bulunan bir kitle olması, onları harekete geçirmeye yetiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, işçilerin satın alma gücünü günbegün düşürüyor. Reel ücretleri eriyen işçiler, kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlamak için ekonomik ve sosyal koşullarını korumayı ve geliştirmeyi istiyor. Dolayısıyla söz konusu işçiler herhangi bir karanlık veya aydınlık odağa gerek duymaksızın, içinde bulundukları koşullardan kaynaklı olarak harekete geçme potansiyeline her zaman sahip…
Öfkesini toplu olarak ifade ederek harekete geçen tek grup kamu işçileri de değil… Aynı dönemde sendikal mücadele veren özel sektör işçileri, kuryeler ve emekliler de kendisini gösteriyor. Eskişehir Kuryeler Birliği, fiili örgütlenmesini yasal hâle getirmek üzere girişimlerde bulunuyor. Dernekleşme girişimi, onların ekonomik ve sosyal açıdan insani seviyelere erişmek için başlattıkları bir hareket.
Öte yandan emekliler de sokaktaki varlıklarını daha fazla göstermeye başladı. Kendilerine “emekliler yılının” bir müjdesi olarak sunulan 10 bin TL’ye razı gelmeyen emekliler, Eskişehir’de toplu eylem hakkını kullanan gruplar arasında yer alıyor. AKP İl Başkanlığı binasına doğru yürürken polis tarafından engellenen emeklilerin temel sloganları arasında en fazla dikkat çekenler: “Yoksulluk kader değil!”, “Susma, sustukça yoksulluk devam eder!” ve doğal olarak “Emekliler sandıkta hesap soracak!”
Öfkeyi ifade ediş biçimlerinin ortak özelliği, ekonomik temelli olması ve hedefte siyasilerin yer alması. Emekliler sandıkta gerçekten hesap sorar mı bilinmez, ama öyle gözüküyor ki Eskişehir’deki emekçi ve emekliler ciddi bir mesaj verecek.