“Konser yapmışız. Sözleşme yapmışız. Sanatçı 90 dakika sahnede kalacak. İspatla diyor 90 dakikayı. Bizim arkadaşlar çekmiş. Sanatçı 3 parçadan fazlasının çekilmesine izin vermiyor. Bizim arkadaşlar da seyirciyi çekmiş, oturanları çekmiş. Müfettiş bey izlemiş diyor ki, 55 dakika. 35 nerede diyor? Bana zimmet çıkardığı bu.”

“Adam diyor ki, ‘betonun altındaki kablo 7 mm olması gerekiyor.’ Öyle mi? Bilemem ben. Denetçiler gelmiş, İller Bankası denetlemiş. İmzalamış. Ödeyin bu parayı demiş. Ödemişiz. Onu kazdı. Betonu kazdı baktı. İyi ki doğruymuş da bütün Yenikent’i kazmadı. Mesele böyle olmaz.”

“Biz üç belediye Cumhuriyet Bayramı’nda konser yapalım demişiz. Ortak yapalım, masraf olmasın demişiz. Üç belediye protokol imzalamışız. Büyükşehir yarısını ödeyecek. Geri kalan yarısını da Tepebaşı ve Odunpazarı ödeyecek. Protokol var. Öyle de yapmışız. Sayıştay diyor ki, ‘Büyükşehir para vermiş buna. Siz niye veriyorsunuz?’ Bu iş mi? Bu eleştiri mi? Ortak protokol yapmış üç belediye. Görüyorsun. Konserin bedeli üç belediye tarafından ödenecek.”

“Kalem almışız. Bütün Eskişehir duysun. Diyor ki, ‘bu kalemin 300 metre yazması lazım. Yazıyor mu?’ Ölçtü. Çizdi. Bu nasıl bir denetim arkadaş? Dolayısıyla Sayıştay filan demeyin bana.”

Bu ifadeler Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’a ait. Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’un Sayıştay denetimlerine ilişkin açıklamaları, kamu kurumlarının denetim süreçlerindeki yöntemleri ve bu süreçlerin nasıl yürütülmesi gerektiği üzerine ciddi sorular doğuruyor. Denetimlerin amacı, kamunun kaynaklarının doğru kullanılmasını sağlamak ve yapılan harcamaların mevzuata uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğini kontrol etmektir. Ancak, bu işlev yerine getirilirken, denetçiler tarafından sergilenen tavır ve uygulamalar tartışmaların merkezine oturuyor.

Başkan Kurt, Sayıştay denetçilerinin belediyede sorgulayıcı ve bazen saldırgan bir tutum takındıklarını belirtiyor. Bir konser esnasında sanatçının sahnede kalma süresinin kanıtlanmasına dair talepler ya da betondaki kablonun ölçüsü gibi aşırı detaylarda yoğunlaşılması, asıl amacın dışına çıkıldığına işaret ediyor. Denetimlerin, sadece hataları bulma yarışına girmek yerine, kamu yararını gözeterek yol gösterici bir rehber niteliğinde olması gerekir.

Üç belediyenin ortaklaşa gerçekleştirdiği etkinlikler üzerine yapılan eleştiriler ve malzeme satın alımındaki ayrıntılara yönelik denetim metotları, denetimlerin sınırlarının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Paydaşlar arasında önceden varılan mutabakatların dahi göz ardı edilmesi, denetim sürecinin nasıl titizlikle ele alınması gerektiğine işaret ediyor.

Denetim, sadece hataları ortaya koymak değil, aynı zamanda çözüm önerileri sunabilmektir. Bu bağlamda, Sayıştay denetçilerinin kurumlarla iş birliği içerisinde çalışarak eksiklikleri yapıcı bir şekilde ele alması gerekiyor. Belediyelerin, kamusal hizmet sunarken karşılaştığı güçlükler göz önünde bulundurulmalı ve denetim süreçleri, gereksiz formalitelerden arındırılmalıdır.

Sonuç olarak, denetim sisteminin asli görevi olan kamu yararını maksimize etmek adına, sorgulayıcı değil, destekleyici bir yaklaşımla yürütülmesi gerekmektedir. Başkan Kurt’un eleştirileri, Sayıştay ve diğer denetim mekanizmalarının kendini yenilemesi gerektiğini ve bu süreçlerin halkın yararına daha verimli hale getirilmesinin önemini hatırlatıyor. Denetimler, hesap verebilirliği sağlarken, tarafların birbirini anlamasına fırsat tanıyan bir yapı içerisinde olmalıdır. Aksi halde, kamu kaynaklarının etkin kullanımı açısından kalıcı çözümler üretmek zorlaşacaktır.

***

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ’NDE KAYNAK KRİZİ OLUR ŞEY DEĞİL!!

Anadolu Üniversitesi, Türkiye'nin eğitim alanındaki köklü yapılarından biri olarak, temsil ettiği değerler ve sağladığı katkılarla tanınmakta. Ancak son gelişmeler, bu saygın kurumun finansal zorluklar içinde debelendiğini gözler önüne serdi. Prof. Dr. Fuat Erdal’ın istifasıyla boşalan rektörlük koltuğuna vekaleten oturan Prof. Dr. Kemal Şenocak'ın aldığı döner sermaye kesintisi kararı, bu zorluğun en belirgin göstergesi oldu.

Tam anlamıyla bir deprem etkisi yaratan bu karar, üniversitenin yönetim kademelerinin bazı kesimlerinde büyük bir huzursuzluk yaratmış durumda. Yedi daire başkanının bu duruma tepki göstererek işe yavaşlatma eylemleri başlattığına dair iddialar, Anadolu Üniversitesi’nin iç dinamiklerinin ne denli sarsıldığını ortaya koyuyor. Bu durum, yalnızca bir yönetim krizini değil, aynı zamanda mali disiplinsizliklerin ve gelecek kaygılarının da açık bir göstergesi.

Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi gibi önemli bir gelir kaynağına sahipken, neden böyle bir kaynak sıkıntısıyla boğuşuyor? Uzun zamandır, üniversitenin mali yönetiminde pek çok sorun ve kötü çalışma olduğunu düşünüyoruz. Öngörülmemiş harcamalar, yanlış bütçeleme ve gelirlerin etkin kullanılamaması, bugün karşılaştığımız duruma zemin hazırlamış durumda. Eğitimde kalitenin korunması ve öğrencilere en iyi şartların sağlanabilmesi için, bu gelirlerin dikkatli bir şekilde yönetilmesi elzemdir.

Bu noktada yalnızca yöneticilerin değil, aynı zamanda akademisyenlerin ve öğrencilerin geleceği açısından da bir an önce çözüm üretilmesi elzemdir.

Sonuç olarak, Anadolu Üniversitesi'nin yaşadığı kaynak sıkıntısı, sadece mali bir sorun değil; aynı zamanda akademik başarının sürdürülebilirliğini tehdit eden bir durumdur. Bu noktada alınacak proaktif önlemler hem kurumun itibarı hem de gelecek nesillerin eğitim kalitesi için hayati önem taşımaktadır. Kısa vadede alınacak tedbirlerle, Anadolu Üniversitesi’nin eğitimdeki güçlü konumunu koruyabilmesi adına çaba gösterilmesi gerekmektedir. Ancak bu, yalnızca yöneticilerin değil, tüm üniversite camiasının sorumluluğudur.