Eskişehir'deki “Yoksulluk Sarmalında Temel Haklara Erişim” paneli, toplumun yakıcı bir gerçeğini, yoksulluğu, tüm boyutlarıyla yeniden gündemimize taşıdı.
Bu önemli etkinlik, yalnızca bir sosyal sorun olarak görülen yoksulluğun, aslında temel haklara erişimi nasıl etkilediğini anlamamıza yardımcı oldu.
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce'nin sözleri, yalnızca bir politikacı vaadi olmanın ötesinde, sosyal sorumluluğun nasıl olması gerektiğine dair güçlü bir hatırlatma niteliğindeydi: "Kimsenin yatağına aç girmemesi için çalışacağım." Belediye, sosyal yardım projeleriyle yoksul kesimleri desteklemeye çalışırken, aynı zamanda kamu yönetiminin bireye dokunan yüzünü de temsil ediyor.
Ancak, toplantının en dikkat çekici yanlarından biri, Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo'nun, yoksulluğun tanımının değiştiğine dair yaptığı değerlendirmelerdi. Foggo, "Eskiden beyaz yakalılara yoksul demiyorduk" diyerek, ekonomik sıkıntının artık her kesimi etkilediğini güçlü bir şekilde ifade etti. Bu yeni tür yoksulluk, çalışırken, yani üretken olurken bile yoksul kalmak anlamına geliyor.
ÇYDD Eskişehir Şubesi Başkanı Sevgi Akmen’in burs başvurularına dair paylaştıkları, yoksulluğun derinliğini ve yaygınlığını gözler önüne seriyor. Akmen’in, üniversiteli bir genç üzerinden aktardığı hikâye, yoksulluğun bireysel yaşamlar üzerindeki çarpıcı etkilerini gösteriyor. Bir mühendislik öğrencisinin, ailesine destek olmak için bir bursla elektrik faturasını ödemesi, toplum olarak ne kadar acil çözümler bulmamız gerektiğinin canlı bir kanıtı.
Bu panel, yoksulluğun sadece bir gelir eksikliği değil, aynı zamanda eğitimden sağlığa, adaletten eşitliğe kadar uzanan temel haklara erişim sorunu olduğuna dikkat çekti. Sosyal belediyecilik, bu tür sorunların çözümünde önemli bir rol üstlenebilir; ancak Başkan Ünlüce’nin de belirttiği gibi, bu yükü belediyeler tek başına taşıyamaz. Hükümetin topyekûn bir planla bu mücadeleye dahil olması gerekiyor.
Sonuç olarak, Eskişehir’deki bu etkinlik, hepimize yoksulluğu, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun bir sorunu olarak görmemiz gerektiğini yeniden hatırlattı. Yeterli seviyede destek ve sorunlara yönelik köklü çözümler olmadıkça, yoksulluk döngüsünden çıkışımız zor olacaktır. Toplumsal dayanışma, kamu ve sivil toplum iş birliği, bu sorunların üstesinden gelmede anahtar rol oynayacak. Unutulmamalıdır ki, güçlü bir toplum, en zayıf halkasını düşünüp sahip çıkan bir toplumdur.
***
TÜRKLERE VİZE ZORUNLULUĞUNU TÜRKİYE İSTEMİŞTİ
Başta ihracatçı iş insanlarımız olmak üzere bilim insanlarından turist olarak Avrupa’ya gitmek isteyen her Türk vatandaşının en büyük şikâyet konusu vize sorunu olmaya devam ediyor. Oysa Türk vatandaşlarından vize istenmesinin çıkışının zamanın Türk hükümetlerinin talebi olduğunu biliyor muydunuz?
Hadi gelin 1978 yılına dönelim; o yıla kadar Türk vatandaşları lacivert pasaportuyla Fransa’dan İsviçre ve Almanya’ya günübirlik yolculuklar yapabiliyor, Türkiye’ye dönüşte ve çıkışta ciddi bir sorun yaşamıyordu. Ancak bu durum 1978 yılında sona ermişti. O yılın sonunda o zamanki adı AET olan AB ülkeleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize zorunluluğu getirmişti.
Çünkü bu vize mecburiyeti AB tarafından değil, zamanın Türk hükümeti tarafından istenmişti. Dönemin hükümeti 12 Eylül öncesinde muhaliflerin Avrupa ülkelerine kaçmalarını engellemek ve giriş çıkışları kontrol edebilmek için vize mecburiyeti istetmişti. İşte bu istek günümüze kadar artarak taşındı. Yani Türk vatandaşlarına vize zorunluluğu AB’nin değil bizzat Türk hükümetinin isteği ve talebiydi.
Ve bu talebin bedelini aradan yıllar geçince hepimiz ödemeye başladık.