Yeni yıla girdik.

2025 yılına.

İki bin yirmi beş yıl!

“Dile kolay” mı derler?

Ne derlerse desinler de…

Düşününce…

Ne garip!

İki bin yirmi beş yıl önceki insanları düşünün!

Nasıl yaşadılar?

Nasıl baktılar evrene, yaşama, doğaya?

Var olmaya, yok olmaya?

Nasıl yaşadılar?

Ne düşündüler?

İnsanı, insanın evrendeki var oluşunu anlayabildiler mi?

Kavrayabildiler mi?

Nasıl yaşadılar?

İnsan gibi mi yaşadılar, hayvan gibi mi?

Olmadık meselelerden birbirlerini boğazlayarak…

Birbirlerine üstünlük kurmaya çalışarak…

Nasıl yaşadılar?

Bizim çocukluğumuzda bile ilkel yaşam koşulları vardı.

Atla, eşekle ulaşım sağlanıyordu.

Tarım hayvanlarla yapılıyordu.

Elektrik yoktu.

Gaz lambasıyla aydınlanıyordu evler.

Ya iki bin yıl önce?

Bu bizim bildiğimiz tarih.

Onun da kurcalanmadık yeri kalmamış.

Yok milattan önce yok milattan sonra…

Yok miladi yok hicri…

Öyle olunca…

Ne iki bin yılı?

İnsanın yeryüzünde var oluşu milyon yıllara dayandırılıyor.

Ya evrenin oluşumu?

Aklımızın alamayacağı…

Kavrayamayacağımız kadar yıl önce oluşmuş evren.

E o zaman?

Ne kadar yeni denebilir iki bin yirmi beş yılına?

Yeni bir yıl olduğu falan yok tabii ki.

Milyonlarca yıldan biri.

Ama yine de insan merak ediyor, henüz daha dördüncü gününde olduğumuz iki bin yirmi beş yılında neler yaşanacak?

Neler olacak?

Olanlar bizi ne kadar etkileyecek?

Peki yaz biz?

Biz, kendimiz?

Kendimiz neler yaşayacağız?

Başımıza neler gelecek?

Başarı, başarısızlık…

Kazanmak, kaybetmek bir yana…

Hayatta kalmayı başarabilecek miyiz?

“O kadar da değil” mi diyorsunuz?

Kim bilebilir bunu?

Kim bilebilir ölümcül bir hastalığa yakalanmayacağımızı?

Yahut da…

Yolda yürürken mesela, arakamızdan yaklaşan bir araba…

Daha fazlasını yazmasam iyi olacak.

Bakalım, yaşayıp göreceğiz yeni yılda ne olacak ne olmayacak; siz ne yaşayacaksınız, ben ne yaşayacağım?