Dünya liderleri, geçen hafta içinde Dubai'de düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı'nda (COP) iklim krizini ele almak üzere bir araya geldiler.
"COP" olarak bilinen "Tarafların Konferansı" (Conference of the Parties), 1995 yılından bu yana iklim değişikliği ile mücadele konusunda ortak hareket etmek için ülkelerin bir araya gelmeleri amacıyla her yıl düzenlenen bir zirvedir. Bu zirve, BM'nin iklim değişiklikleri ile ilgili "en yüksek karar alma organı" olarak kabul edilmektedir. Bu yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenen zirve, 30 Kasım’dan 12 Aralık’a kadar sürecek ve bu yıl 28. defa düzenlenen zirvede iklim değişikliğinin nasıl sınırlandırılabileceği ve gelecekte neler yapılması gerektiği konuşulacak.
İlk kez büyük bir petrol ve gaz ihracatçısı ülkede düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı'nın bugüne kadarki en büyük iklim zirvesi olması bekleniyor. COP28'e dünyanın farklı ülkelerinden 70 binin üzerinde delegenin katılması bekleniyor. Her yıl başkanlığına Afrika, Asya Pasifik, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Karayipler, Batı Avrupa bölgelerinden bir aday seçilmektedir. Zirvenin her yıl farklı bir ülkede gerçekleşmesi nedeniyle bu yıl Asya-Pasifik bölgesinin sırası olduğu için, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mayıs 2021'de adaylık koyarak ev sahipliği yapma hakkını elde etti. Ancak BAE'nin büyük bir petrol üreticisi olmasının yanı sıra, COP28 Başkanlığı'na Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi'nin CEO'su ve yenilenebilir enerji şirketi Masdar'ın Başkanı olan Sultan Ahmed Al Jaber'in seçilmesi eleştirilere neden oldu. Al Jaber, COP28'in sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için bir dönüm noktası olması gerektiğini vurgulamış olsa da, bu hedefe ulaşmak için fosil yakıtlara olan talebin ve üretimin aşamalı olarak azaltılması gerektiğini belirtmiştir. Bu durum, fosil yakıtlarla ilgili müzakerelerde etkili bir rol oynayabileceği endişelerine yol açmaktadır. Zira BM verileri, özellikle fosil yakıtların etkisiyle küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme göre yaklaşık 1,2 derece olduğunu göstermektedir. Bilim insanları, sıcaklık artışını sınırlamak için 2030'a kadar emisyonların %42 oranında azaltılması gerektiğini belirtirken, bu hedefe ulaşmak için fosil yakıtlara olan bağımlılığın hızla sonlandırılması çağrısında bulunmaktadır.
Zirvede Kral 3. Charles’ın ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’ın sözleri, iklim değişiklikleriyle mücadele konusunda neden büyük adımlar atılması gerektiğini özetler nitelikte. Kral 3. Charles konuşmasında “Dünya bize ait değil, biz Dünya'ya aitiz” ve “Torunlarımız sözlerimizin değil eylemlerimizin sonuçlarını yaşayacak” vurgusu yaparken, Antonio Guterres ise "Dünyanın yaşam belirtileri yok oluyor, ancak henüz çok geç değil" uyarısında bulundu ve yenilenebilir enerjiye daha hızlı geçiş çağrısı yaptı.
Bu yılki zirvede, ilk kez insanların yetiştirdikleri ve tükettikleri gıdaların küresel ısınmada kritik bir faktör olduğu gerçeği ifade edildi ve taraflar, iklim değişikliğiyle mücadele için hazırladıkları ulusal planlarda gıda ve tarımdan kaynaklanan sera gazı emisyonlarını dikkate alacaklarına dair taahhütte bulundular. 2015 yılında yapılan hesaplamalara göre, gıda sistemlerinin 18 milyar ton sera gazı salınımına neden olarak küresel ısınmanın üçte birinden sorumlu olduğu belirlendi. COP28 tarım, gıda ve iklim eylem bildirgesine 134 ülke imza attı ve bu ülkeler arasında büyük tarım üreticisi ABD, Çin ve Brezilya gibi ülkeler de yer aldı. Bu ülkeler birlikte dünya genelinde üretilen gıdanın %70'inden sorumlu.
COP İklim Konferansı'nda gıda ve tarım üretiminin sera gazı salımlarının azaltılması dahilinde önemli bir unsura dönüştürülmesi, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadelede yeni bir odak noktası olarak kabul edilebilir. Bu, dünya liderlerinin gıda ve tarımın sera gazı emisyonlarına olan etkilerini anlamalarını ve bu alanda eylem planları oluşturmalarını gerektirecek önemli bir adım. COP28 tarım, gıda ve iklim eylem bildirgesine imza atan 134 dünya lideri arasında ABD, Çin ve Brezilya gibi büyük gıda üreticisi ülkelerin yer alması, bu anlaşmanın küresel gıda üretimine bağlı sera gazı salımını azaltılması yönünde büyük ölçüde etkileyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.
Tarım ve gıda üretiminde sera gazı emisyonlarının azaltılması taahhütlerinin yanı sıra COP 28 görüşmelerinde, ülkeler ve petrol şirketleri, küresel ısınma ile mücadelede önemli adımlar atma sözü de verdi. Bu çerçevede yaklaşık 100 ülke, yenilenebilir enerji kullanımını 2030'a kadar üç katına çıkarma taahhüdünde bulundu. Bu anlaşma, küresel enerji dönüşümüne yönelik önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Ayrıca Suudi devi Aramco dahil olmak üzere 50 petrol ve doğalgaz şirketi de 2050 itibarıyla, küresel ısınmaya neden olan gazlara ek yapmayı durdurma sözü verdi. Ancak, bu taahhüt sadece üretimdeki karbon salımını kapsıyor; bu da fosil yakıtların kullanımını kapsamadığı için anlamlı bir küresel ısınma mücadelesi sağlamayabilir eleştirisini ortaya çıkarıyor. Önemli bir eleştiri de, belirlenen hedeflere ulaşılamaması durumunda herhangi bir yaptırım olmaması ve verilen sözlerin bağlayıcı olmaması. Bu durum, bazı çevrelerde, alınan taahhütlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına alacak bir mekanizmanın eksikliği olarak değerlendirilmekte.
Hayatımızı yol açtığı kuraklık, seller ve benzeri afetlerle günden güne çok daha fazla etkileyen iklim krizine karşı COP zirvelerinin 28.’sinin neler getireceğini bilmem, ama zirvedeki konuşmasındaki Kral Charles'ın "Dünya bize ait değil, biz Dünya'ya aitiz" vurgusu, küresel iklim değişiklikleriyle mücadele bağlamında, doğanın ve gezegenimizin bir parçası olarak sorumluluklarımızı ortaya koyması açısından çok yerinde. Zira Dünya, üzerinde yaşayan milyonlarca tür için ev sahibi, bir ekosistem ve sonsuz kaynaklar barındıran muazzam bir yaşam alanı. Ancak, atmosferdeki sera gazı emisyonlarının artmasına neden olan insan faaliyetleriyle birlikte gelen iklim değişiklikleri ve doğal kaynakların aşırı kullanımı, gezegenimizin kendi sınırlarını zorlamasına neden oluyor. İnsanlık, doğanın bir parçası olduğunu ve gezegenin sürdürülebilirliği için sorumluluk taşıdığını kavramak zorunda. Çünkü gezegenimizin ve insanlığın geleceği için bu sorunlarla mücadelede hepimizin üzerine düşen bir rol var. Ayrıca, sadece kendi çıkarlarımızı değil, gelecek nesillerin yaşam haklarını da düşünerek kararlar almamız gerekiyor.
Kral Charles'ın vurguladığı gibi, "biz Dünya'ya aitiz" düşüncesi bir çağrı niteliği taşıyor. Gezegenimizle barış içinde yaşamak, sürdürülebilir bir gelecek için sorumluluklarımızı yerine getirmek demektir. Unutmamalıyız ki, Dünya üzerinde yaşamak için bizler ziyaretçiyiz ve bu misafirliği sağlıklı ve düzenli bir şekilde sürdürmek sadece bizim elimizde.