ES TV’nin yeni yayın döneminde ‘Doğrudan’ isimli programa başladım. İlk konuğum Eskişehirli Tiyatro Sanatçısı Latif Tiftikçi idi.

4 Aralık Dünya Madenciler Günü dolayısıyla Soma’da sahnelemeyi planladığı ‘Değil’ adlı oyununun Soma Kaymakamlığı tarafından ‘uygun görülmemiştir’ ifadesiyle gerekçe sunulmadan engellenmesiyle gündeme geldi kentimizin değerli tiyatro sanatçısı Latif Tiftikçi…

Hem Eskişehir’de oluşan maden cephesi hem de günün anlamı ve anlamlandırılamaz ‘engelleme’ nedeniyle kendisine ulaştım…

*

Latif Tiftikçi, uzun zamandır Eskişehir Halk Sahnesi’nde emeği ve yeteneğiyle farkındalık yaratmayı başaran kıymetli bir değerimiz. Ketum bir yasaklamayla gündeme gelmesi hepimizi derinden üzdü…

Üzüntüsünü paylaşırken düşündürecek sözler bıraktı ardında. Bize nefes aldırdığını savunduğumuz Eskişehir’imize sığınmadan, zamanı bahane etmeden tüm ülkedeki ideolojik baskılamanın büyüyerek devam ettiğini, başta entelektüel alanlarda yozlaşmanın kabul edilemez olduğunu kibarca açıkladı…

Sanat yasak tanımaz, tanırsa sanat olmaz dedi kısaca… Sanatın da yasakların da kümülatif değerlendirilmesinin zorunlu olduğunu vurguladı.

Bir sanatçı olarak topluma yol gösterirken sıkıştığımız bugünün geçmişinde direnemediğimiz yasakları hatırlattı Latif Tiftikçi samimiyetle.

*

1961 yılında özerk diyebileceğimiz Devlet Tiyatrosunda sahnelenen Orhan Asena’nın ‘Karacaoğlan’ eserine yapılan baskıcı eleştirilerin “Devlet tiyatrosuna yakışmıyor” söylemleriyle başladığını…

Sanatta sansür bahanesinin ‘toplumda aykırılık yaratılmasın’ düşüncesiyle ortaya çıkardığı “tiyatronun milli tarih ve geleneklere yer vererek milleti bölme uğruna sınıf kavgası yaratırken ‘işçi, köylü el ele, vurun, kırın’ diye haykıran oyunları sahnelediğini” ileri süren Adalet Partisi’nin görüşüyle devam ettiğini…

Tüm baskıcı serzenişlerin Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü adlı eserinin yasaklanmasıyla ilk kanın akıtıldığını söyleyerek hafızalarımızı tazeledi.

Üstelik Adalet Partili siyasetçilerin korkularını aşan görüşlerinin 9 Mart 1976 tarihinde 10 milletvekilinin imzası ve yasaklarla sansürün eleştirilerek siyasetin sanata müdahale önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmasının hala unutulmadığını söyledi…

*

1960’lardan bugüne geldiğimizde ne değişti? Hiçbir şey… Ne sanatın hakkını verebildik ne de yasakların üzerine gidebildik. 301 emekçimizin göz göre göre öldüğü bir maden faciasına ‘kader’ denmesine, doğanın ve insanın hoyratça talan edilmesine, vahşetin toplumda büyümesine izleyici bırakıldık!

Güçlü bir sanat kuşağı yaratamadan uslu izleyicilere dönüştürüldük!

Bu anlayışın değişmesi için gereken tek şey dik duruş. Demokrasinin sağladığı hürriyete güvenerek şikayet etmeyi bırakıp, yasaklara karşı direnişi sürdürmeliyiz.

***

BU ACIYA KULAK VERELİM

Biliyorsunuz şehrimiz ve bölgemiz vahşi madencilikle karşı karşıya… Talan büyük olunca tepki de giderek büyüyor. Son günlerde Sakarı Vadisi’nin sinsice delik deşik edilme planlarına karşı her geçen gün büyük bir dirayetle sesini yükselten Eskişehir Doğa ve Yaşam Platformu da bilgilendirme faaliyetlerini sürdürüyor.

Köy ziyaretleri sırasında hem bilimsel hem de projeye yönelik şirketlerin ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğünün yapmadığı bilgilendirmeler yapılıyor.

Pek çok kurum ve kuruluşun desteğiyle büyüyen platformun içinde gönüllülerin yer alarak, çalışmalara katılması çok önemli. Latif Tiftikçi de gönüllü olarak şahsen destek veriyor farkındalık oluşturulmasına.

Platform üyeleri Laçin köyünde vatandaşlarla bir araya geldiklerinde o da konuşma yapıyor. Hatta adeta sahne alıyor!

Karaman’ın Ermenek ilçesindeki kömür ocağında mahsur kalan 18 işçiden Tezcan Gökçe’nin anne ve babasının sessiz kalan haykırışlarını anlatıyor…

Tezcan Gökçe’nin babası Recep amcanın yoksulluğunun önüne geçtiği termik santralin neden olduğu acılarını anlatıyor onun sözleriyle...

Üzerine başka bir şey söylenemeyeceği için aynen aktarıyorum:

“Babaya sordular ‘Sizin burada yaşam nasıldır?’ diye. Recep amca da diyor ‘Bizim burada rüzgar estiği zaman termik santralin kül barajından kalkan küller üzerimize doğru geliyor. Karanlığın içinden bile kül yağıyor üzerimize. Sanki bir karanlığın içinde yaşıyoruz burada.

Hep kül ve toz yağıyor. Her yer gri, kara… Burada ağaçlar bile kara. Kömürün tozu, termik santralin külü üzerlerine yapışmış kalmış sanki devrileceklermiş gibi duruyor. Burada güneş doğruca yüzünü bile gösteremiyor. Birazcık görünse hemen kaçıveriyor sonra. Hep akşam gibi yaşıyoruz, her yer gri, kara. Böyle sanki zifir gibi…

Bizim burada çocuklarımız sabahları işe gittiklerinde biz her sabah arkalarında dualar ediyoruz her evde. Akşam eve sağa salim gelebilsinler diye.”

Bugün Eskişehir’de de horlatılmaya çalışılan bir kömürlü termik santral girişimini unutmayalım… Madenin neden olacağı doğa talanının da bu topraklara benzer acıları yaşatabileceğinin farkına varalım…