İstanbul ve Türkiye’nin pek çok yeri geçen hafta yine sele teslim oldu. Bundan birkaç sene öncesine kadar her sel sonrası genellikle o ilin yerel yöneticileri “İlahi bir olaydı, tarihte olmadığı düzeyde çok yağış oldu. Böyle bir yağış beklenmiyordu.” benzeri açıklamalara sığınır, bunun küresel iklim değişikliklerini hesaba katmayan yaklaşımlara bağlı olduğunu dile getirmezdi.
İstanbul ve Türkiye'nin pek çok yeri geçen hafta yine sele teslim oldu. Bundan birkaç sene öncesine kadar her sel sonrası genellikle o ilin yerel yöneticileri 'İlahi bir olaydı, tarihte olmadığı düzeyde çok yağış oldu. Böyle bir yağış beklenmiyordu.' benzeri açıklamalara sığınır, bunun küresel iklim değişikliklerini hesaba katmayan yaklaşımlara bağlı olduğunu dile getirmezdi. Gerçi hala getirmiyorlar ama en azından eskisi kadar çok bu klişe ifadelere sığınmıyorlar.O dönemlerde sıklıkla ben ve benim gibi pek çok kişi, bunun henüz bir başlangıç olduğunu, iklim değişiklikleriyle değişen koşullara uygun şekilde kentsel altyapının ve kentlerimizin sürdürülebilir hale getirilmesi gerektiğini ifade ederdik. Ama bilimin ışığından hareket etmeyen, rantı ve büyümeyi önceliklendiren kaderci yaklaşımlar, kentlerimizi iklim değişikliklerine bağlı afetlere karşı dirençli hale getiremedi. Tıpkı kentlerimizi depremlere karşı dirençli hale getiremediğimiz gibi. Açık söylemek gerekirse, ben artık söylemekten yoruldum. Ne diyeyim, ben de o yerel yöneticiler gibi geçmiş olsun dileklerimi ileteyim.
İklim değişiklerine bağlı sel hasarları, İstanbul falan derken, belirtmeden geçemeyeceğim. Geçen hafta içinde eylül ayı başlarında yayınlanmış küresel iklim değişikliklerinin kıyılarımız üzerine etkilerini örnekleyen oldukça kapsamlı bir raporu okudum. Küresel Denge Derneği tarafından hazırlanan 'İstanbul ve İzmir İlleri için Deniz Seviyesi Yükselmesi ve Olası Etkileri' adlı bu rapor, üç yıllık bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkmış ve yazarları, iklim dinamiği ve ekoloji uzmanı olan Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nden Prof. Dr. Sedat Avcı. Küresel Denge Derneği tarafından hazırlanan 'İstanbul ve İzmir İlleri için Deniz Seviyesi Yükselmesi ve Olası Etkileri' adlı rapor, iklim değişikliğinin Türkiye'nin kıyı şehirlerini nasıl etkileyebileceğini inceliyor.
Rapor, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) verilerine dayanmakta ve en olumsuz senaryoları göz önünde bulundurarak hazırlanmış. Raporda karar vericilere, iklim değişikliği ve deniz seviyesi yükselmesinin ciddi sonuçlar doğurabileceği ve şehirlerin bu etkilere dirençli hale getirilmesi gerektiği çağrısı, vatandaşlara ise bireysel olarak karbon ayak izini azaltma çağrısı yapılmış, iklim değişikliğiyle mücadele için daha fazla kaynak ve mesai ayrılması gerektiği vurgulanmış.
Raporun ana bulgularına göre iklim değişikliği nedeniyle yüzyılın ortasında 0,5 metre, yüzyılın sonunda ise 1 metrelik deniz seviyesi yükselmesi beklenmekte ve bu Türkiye'nin kıyı bölgelerini risk altına sokmakta. Ayrıca İstanbul'da deniz seviyesinin yükselmesi, özellikle Marmara Denizi'ne kıyısı olan ilçeleri etkileyecek. Rapordaki bulgulara göre şehirde yaklaşık 6 milyon insanın yaşadığı 120 km²'lik bir alan sular altında kalabilir. Diğer taraftan İstanbul'da birçok tarihi yapı, deniz seviyesinin yükselmesi tehdidi altında. Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı ve Ortaköy Camii gibi önemli eserler bu etkilerden zarar görebilir. İstanbul'da deniz seviyesi yükselmesi, iskelelerde yenileme gereksinimi doğurabilir ve ulaşımı etkileyebilir. Prens Adaları ve Fenerbahçe-Maltepe sahil şeridi riskli bölgelerden.
Raporda İzmir ile ilgili tehditler de yer alıyor. Bu çerçevede iklim değişikliklerine bağlı olarak İzmir'de deniz seviyesinin yükselmesi, tatil bölgeleri olan Kordon, Alaçatı ve Sığacık'ı etkileyebilir. Ayrıca, bu durum Gediz Deltası Kuş Cenneti'ni de tehdit ediyor. İzmir'deki tatil bölgeleri, plajlarının daralması ve iskelelerin zarar görmesi riskiyle karşı karşıya.
Genel olarak bir değerlendirme yapmak gerekirse rapora göre, iklim değişikliklerine bağlı olarak deniz seviyesinin yükselmesi, atık su arıtma tesislerinde de sorunlara yol açabilir. İstanbul'daki 16 atık su arıtma tesisi ve İzmir'deki 20 atık su arıtma tesisi risk altında. Deniz seviyesinin yükselmesiyle deniz suyunun yer altı sularına karışması, tarım açısından sorunlara neden olabilir, özellikle İzmir'de.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi bilimin ışığından hareket etmeyerek kentlerimizi depremlere, fırtına ve sel hasarlarına karşı dirençli hale getiremedik. İklim değişikliklerine bağlı deniz seviyesinin yükselmesi tehditi henüz bir afete dönüşmüş durumda değil. Tüm bu tehditlerin yeni büyük afetler yaşatmaması için henüz hala fırsatımız var. Kentlerimizin tüm paydaşlarıyla birlikte önceliğinin yaşam alanlarımızın ve toplumumuzun sürdürülebilir ve dirençli hale getirilmesini sağlamak olmalı. Önümüzdeki yerel seçimlerde kişilere, partilere değil bu vaadi içselleştirerek, ön plana çıkaran ve bunu gerçekleştirmesi için gerçekçi ve rasyonel proje önerileri olan adaylara destek vermek en doğrusu. Unutmamalıyız ki, bu tercih bizim ve çocuklarımızın geleceğini değiştirebilir, belki de artık son fırsatımız olabilir.
Bu haftaki yazımı dünya çocuklarının devletlere ve yetişkinlere yönelttikleri 'Gezegeni yok ederlerse nerede yaşayacağız?' sorusuyla bitireceğim. BM Çocuk Hakları Komitesi'nin iklim odaklı raporunda, çocukların iklim krizinden en az sorumlu olmalarına rağmen en çok etkilenen ve etkilenecek olan grup olduğu tespit edildi. Rapor, çevresel bozulmaların çocuklara yönelik yapısal bir şiddet biçimi olduğunu ve çevresel kirlilik nedeniyle çocuk ölümlerinin arttığını vurguladı. Raporun hazırlık sürecinde, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi kapsamındaki çocuk haklarına ilişkin dünya genelinde 121 ülkeden 16,331 çocuğun görüşü alındı ve temiz ve sürdürülebilir bir çevre hakkını savunan çocuklar, devletlere ve yetişkinlere şu soruları yöneltti: 'Bizim gelecek nesiller olduğumuzu söylemek, gezegeni yok ettikleri takdirde nerede yaşayacağımızı sormak isteriz. Tüm ülkelerin hükümetleri iklim değişikliğini azaltmak için iş birliği yapmalı. Bize 'Sizi dinliyoruz, bu sorunla ilgili yapacaklarımız işte bunlar' demeliler.'
Raporda, derinleşen iklim krizinin dünya çapında çocuk haklarına acil ve sistematik bir tehdit olduğu, çevresel bozulmaların ise çocuklara yönelik yapısal bir şiddet biçimi olduğu vurgulandı. Aynı zamanda, nesiller arası adalet ilkesine atıfta bulunularak devletlerin çevre ile ilgili acil yükümlülüklerini yerine getirmeme ihmalinin öngörülebilir tehditlerin sorumluluğunu taşıdığı belirtildi. Raporda ayrıca devletlerin, çocuk haklarını koruma yükümlülüğü çerçevesinde uluslararası iş birliği yapma sorumluluğuna dikkat çekildi.
SEÇİM SİZİN. Ya çocuklarımızın geleceğini tehdit eden yapısal şiddete hayır diyeceğiz ya da onların geleceğini karartacağız.
Herkese afetlerin yaşanmadığı güzel bir hafta diliyorum.