Faşizm sözcüğünü gerek siyaset alanında gerekse sosyal yaşamda son yıllarda “yeniden” fazlaca kullanmaya başladık.
Bizim 68’li Devrimciler, faşist sözcüğünü kamplarda eğitilen (!) “sivil komandolar” için kullanırlardı. O dönemde ortaya “Sosyal Faşistler ve Maocu Bozkurtlar” kavramları da atılınca “at izi, deve izi” birbirine karışmıştı. Ancak, bu süreci en ortasından yaşayan bir kişi olarak söyleyebilirim ki; aradan geçen zaman diliminde bir uçtan öbür uca saf değiştiren çok “dönek” gördüm ama faşizm tanımı da yöntemleri de üç aşağı beş yukarı hiç değişmedi…
EMPERYALİZMİN BEKÇİSİ!..
Vahşi kapitalizmin en yıkıcı, en gerici diktatörlüğü faşizmdir. 1920’li yıllarda İtalya-Almanya ekseninde palazlanmaya başlayan faşizm, yayılmacı saldırganlığı ile sadece iktidara geldiği ülkelerde değil tüm insanlık için büyük yıkımlara neden olmuştur.
Yaşanan tüm acılara rağmen faşizmin ve faşist diktatörlerin, insanlığı ve demokratik kazanımları yok eden “ölümcül bir virüs” gibi her dönemde hala canlanabildiğini görmek oldukça düşündürücüdür.
Faşizm, demokratik rejimlerin temel ilkeleri olan ulus egemenliği, kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk, özgürlük gibi ilke ve kurumları kabul etmez.
Faşist rejimlerde insanlar, sürekli iç ve dış güvenlik kaygısı ile korkutularak gerektiğinde insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. Böylece insanlarda, işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamaları görmezden gelme hatta bunları onaylama eğilimi yaratılır.
Özgür medya doğrudan kontrol altına alınırken muhalif gazeteciler “farklı yöntemlerle” susturulur.
MİLLİYETÇİLİK DEĞİL IRKÇI KAFATASÇILIK!..
Faşist diktatörler, sürekli ülkelerini tehdit eden düşmanların varlığından söz ederek toplum içinde belirli kesimleri düşman ilan eder ve onlardan kurtulmak için her yola başvurabilirler. Bu düşman tanımının içinde ırksal ya da dinsel azınlıklar, sol görüşlü aydınlar hatta liberaller ilk sıralarda yer alır.
Faşist diktatörler, ülkelerindeki en yaygın dini, kamuoyunu yönlendirmek için bir araç olarak kullanırlar. Dinin ana ilkelerinin politikalarına veya icraatlarına tamamen karşıt olduğu durumlarda dahi dini söylemleri “paravan” olarak kullanmaya devam ederler.
Sürekli milliyetçi olduklarını vurgularlar ancak, kafatasçı, aşırı ırkçılık yüzünden ulusu oluşturan insanların tümünü eşit haklara sahip yurttaşlar olarak benimsemezler.
Faşistler, iktidarlarına karşı en büyük engelin, emeğin örgütlü gücü olduğunu bildiklerinden, sendikalar ve meslek örgütlerini ya tamamen saf dışı ederler ya da baskı altına alırlar. Seçimler ise tamamen göz boyama amaçlı yapılır.
BİZ NEDEN ŞANSLIYIZ?
Bizler, “çok uzaklara gitmeden” sadece komşularımızın haline bakarak bile; Türkiye’de yaşadığımız için her yönden ne kadar şanslı olduğumuzu düşünmeliyiz.
Bu şansı, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, faşist diktatörlüklerinin temellerini atarken; aynı tarihlerde başlatılan Milli Mücadele sonrası kurulan Türkiye’nin yönetim şeklini; ulusal egemenliğe dayalı demokratik ve laik cumhuriyet olarak belirleyenlere borçluyuz.
Bundan sonrası ise size kalmış!..