Çevremizdeki birçok kişi, olayların ve insanların sürekli bir biçimde kendileriyle ilgili olduğunu düşünüyor. Kendi bakış açısını, ihtiyaçlarını ve isteklerini her şeyin merkezine koyan düşünce tarzını psikologlar “egosantrik” olarak tanımlıyorlar.

Egosantrik bireyler, çevresindeki diğer birçok kişinin bakış açısını ve duygularını dikkate almazlar. Küçük bir çocuk, elbette dünyayı kendi perspektifinden anlamlandıracaktır. Ancak yetişkin bireylerde egosantrizm, gerek bireyin yaşayışında gerekse kamusal alanlarda ciddi tehlikeleri beraberinde taşıyabilir.

            Deneyimlerini ve perspektiflerini evrensel bir gerçek olarak gören egosantrik bireyler, kendilerini dünyanın merkezinde konumlandırırlar. Onlara göre diğer insanların görüş, düşünce ve davranışlarının anlaşılması neredeyse imkânsızdır. Herhangi bir kriz anında da empati kurma gibi bir yaklaşımları söz konusu olmaz. Zira bu kişilerin öncelikleri, kendi ihtiyaçları ve düşünceleridir. Bu konuda kendilerine yönelen en küçük bir eleştiriye karşı aşırı tepki verirler. Sonuç olarak da gündelik hayatta ve kamusal alanlarda kurulan ilişkilerde birçok sorun yaşarlar.

            Bireyin kendi bakış açısıyla, sosyal çevredeki diğer bakış açıları arasındaki ayrımı anlayamaması, egosantrizmi en iyi şekilde açıklar. İsviçreli Psikolog Jean Piaget’in bilişsel gelişim teorisi, egosantrik eğilimleri açıklamada önemli bir yere sahip.

            Piaget’in “üç dağ görevi” ismini taşıyan deneysel araştırması, egosantrik eğilimlerin kaynağını açıklamada kullanılıyor. Araştırmada çocuklar, üstünde bazı nesnelerin bulunduğu bir dağ modelinin etrafında gezdirildikten sonra bir masaya oturtulur. Ardından bir oyuncak bebek, dağa bakan herhangi bir noktaya yerleştirilir. Sonrasında çocuklara oyuncak bebeğin baktığı taraftan dağ modelinin fotoğrafları gösterilir. Çocuklar, kendilerine oyuncak bebeğin ne gördüğü sorulduğunda, bebeğin baktığı nesneyi değil kendi gördüklerini açıkladıkları görülür.

            Piaget’in deneyinden elde edilen sonuç, bireyler bilişsel gelişim aşamasının ilk adımları olan çocukluk döneminden itibaren kendi bakış açılarını merkeze alma eğilimine sahiptir. Ancak egosantrizm, dışsal etkenler tarafından tetiklenen bir eğilimdir.

            Ebeveynlerin aşırı ödüllendirmeci, destekleyici ve korumacı tutumları, çocukların bilişsel gelişimlerinde egosantrik eğilimleri içselleştirmesini sağlayan en temel unsurdur. Sürekli övgü ve takdir gibi davranışlar, bireylerin kendilerini dünyanın merkezine koymasına yol açar. Birçok çevresel etken, egosantrik eğilimleri tetikler. Ancak üzerinde durulması gereken bir nokta da içinde bulunduğumuz iktisadi koşullardır.

            Gelir getirici bir işte çalışarak geçimini sağlamak zorunda olan kesim, mevcut ekonomik sistem içerisinde birbiriyle sürekli hale gelen rekabet içerisinde. Rekabet, bireylerin dayanışmacı tutumlar yerine bireyci ve dahası “benmerkezci” tutumlar sergilemesini tetikliyor. Nitekim bu tutumlar, işyerlerindeki mobbing davranışlarının artmasında rol oynayan etmenler arasında yer alıyor. Diğer yandan aşırı tüketme eğilimi, rekabetin sosyal alanlardaki bir diğer boyutu…

Sonuç olarak da birbirleriyle aynı kadere sahip olduğunu bilen ve bu nedenle dayanışma göstermek zorunda olduğuna inanan bir toplum yerine bireyselci davranışların ön planda olduğu sosyal ortamlar ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım, gücü elinde bulunduran kesim tarafından ustalıkla kullanılıyor.

Örgütlü olmayan ve bireysel sınırlara tıkanan geniş toplumsal kesimler, gücü elinde bulunduran azınlık tarafından çeşitli metotlar aracılığıyla kontrol altında tutuluyor. Egosantrizmin, birey üzerindeki tahribatı bir yana, toplumsal alanlardaki yıkıcı sonucu tam olarak bu noktada ortaya çıkıyor…

            Egosantrizm, psikoloji biliminde sıklıkla kullanılan ve üzerine derin tartışmaların yapıldığı bir kavram. Dolayısıyla üzerine okunması, araştırılması ve tartışılması gereken nice mesele söz konusu. Bu konudaki sınırlı düzeydeki bilgiyle ahkâm kesmek mümkün değil elbette. Ancak egosantrizm, günümüzde gerçeklerin kabulünü zorlaştıran önemli bir etmen hâline geldi ve var olan sosyal sorunları derinleştirdi. Dolayısıyla bu konuyu iktisat ve sosyal politikacı gözüyle ele almanın da zamanı geldi, belki de geçiyor…